İNSANLIK VARKEN GERİSİ...
…
Adli tatilin başlarında neredeyse rutinimiz olan “ aşağılar” diye isimlendirdiğimiz bizim koy ve körfezlerimiz ile, bilindik bilinmedik Yunan ada ve adacıklarına doğru Çeşme’den vira bismillah diyerek demir alırdık. Rotamız genellikle Sakız (Kios) dan başlayarak, Samos, ikarya, leros, Patnos, Mikanos, Kalimnos birkaç gün Bodrum derken Gökova, Hisarönü Körfezleri, Orhaniye, Selimiye , Bozburun, Aşk Adası ,Kemeriye, Karacasöğüt gibi bizim olan büklerde ve koylarda doğanın dinginliğine uyarak dolandıktan sonra, Datça’dan ver elini birkaç mil ötedeki Simi(Tömbeki) adasında Manos’ta karides şarap muhabbetine. Bir günlük konaklama sonunda rotamız güneydeki Rodos . Bildik restoran ve tavernalarda geçen bir iki gün sonrasında başını kuzeye çeviren teknemizle iri ufaklı adacıklardaki deniz ve yemek molaları, Palamut bükü ,Knidos Harabeleri ve kenti derken karşı kıyıdaki Kos Adasına bir selam çakıp, yakıt ikmalinden sonra ver elini Çeşme. Adına Mavi Yolculuk da denen bu rotayı her yıl eşim İnci, kaptanımız Selim , can dostlarımız Can ve Çuko… Laf aramızda onlar vizesiz kaçak seyirdeler. Yaklaşık otuz yıl aralıksız süren bu maceramız ne yazık ki yaş kemale erince iki yıl önce sonlandı. Bu arada yolcularımızdan Can’ı da kaybettik. Şimdilerde bir zeytin ağacının köklerinde hayat vermeye devam ediyor. Kimi zaman çocuklarımız ve yakın dostlarımızla da paylaştık bu güzellikleri. İşte, bu turlardan birinde , vira bismillah diyerek Çeşme/ Dalyan’dan handiyse komşu kapısı bellediğimiz Sakız’a (Kios) rota tuttuğumuzda bir gün kalıp , aşağılara inmekti niyetimiz. Ama birden hava yükselip de deniz patlayınca, dört gün limanda tutsak kaldık. İyi ki de kalmışız. Sancağımızda Yunan bayraklı bir yelkenlide bir çift bizim gibi gelen geçeni seyrederek zaman öldürüyorlar. Yelkenlideki çiftlerle selamla başlayan ilişkimiz , teknemizin kıç üstündeki masa başında muhabbet ve dostlukla devam etti. İngilizce başlayan diyalog sonrasında yerini arı duru Türkçeye bıraktı. Komşularımız İstanbul Rumlarındandı. 6-7 Eylül olaylarından sonra Yunanistan’a göce zorlanmışlardı. Manelos İstanbul Teknik Üniversitesi’ni bitirmiş, yüksek Lisans ve doktora çalışmalarını Amerika’da tamamlamıştı. Amerika’da başlayan akademik hayatı Selanik Üniversitesinde profesör olarak devam ediyor. Eşi de akademisyen ama emekli olmuş, çalışmıyor. Uluslararası akademi camiasında eserleri ve makaleleri ile tanınan ünlü bir biyolog. Her ikisi de İstanbul’un Kurtuluş semtinden. Aile büyükleri Kurtuluş’daki mezarlarındalar. “Ölüler kovulamazlar”, diye geçiyor içimden. Beyoğlu’nu, Fenerbahçe’yi , Büyükada’yı sordular. Dilim döndüğü , bildiğim kadarını anlatmaya çalıştım. Anlatırken bakışlarındaki sıla hasretini yakaladım. İçim acıdı. Teknemizden Tekirdağ rakısı ve kavun koyduk. Adettendir, O da birkaç çeşit peynirle ortak oldu sofraya. Zaman geç vakitlere dek Türkçe şarkılar eşliğinde aktı geçti.. İzmir’den mimar/ müteahhit Armağan Çağlayan’ın üniversiteden yakın arkadaşı imiş. Selam gönderdi. Dönünce ilettik. Bir bizim, bir komşu teknede geçirdiğimiz ortak yaşam havanın ve denizin seyre izin vermesi ile noktalandı. Veda zamanı gelmişti. Tekrar buluşmak dilekleri ile Sakız’dan demir alarak daldık Ege’ nin sularına. Noel, yeni yıl vesileleri ile bir kaç kez mesajlaştık. Sonrasında mevsim yaklaştığında da buluşma takvimini belirledik. Biz yine aynı mürettebatla, yola koyulduk. Bu arada unuttum teknemizde Selim Kaptan’ın varlığına rağmen uzun yollar dışında , yorulmadıkça dümende hep ben olurum. Sakız’a geldiğimizde limanda demirlemişler, yanlarındaki bir yeri de yanaşmak için bize ayırmışlardı. Sarıldık, sarmaş olduk. Bu kez iki tekne seyrediyorlar, kendileri gibi Selanik Üniversitesinden dostları olan bir çift tekneleri ile kendilerine eşlik ediyordu. Akşam yine sofralarımızı birleştirdik. Kavun rakı bizden, deniz ürünleri, peynir çeşitleri ve mezeler onlardan . Her yıl daha bir dost olmuştuk. Yanılmıyorsam beşinci buluşmamızdı. Bu kez İzmir’e davet edecektik. Yine dostları ile birlikte seyahat ediyorlardı. Manolis yelkeni Fenerbahçe’de öğrenmiş ve geliştirmişti. Yalnızdı ve oldukça durgundu bu kez. Eşini sorduk. Yelkenlinin direğindeki kocaman bir flamayı gösterdi. Flamada eşinin yüzünün baskısı dalgalanıyordu , sağa sola. “ O uçtu. Aşağıdan sadece bakışıyoruz” derken iki damla yaş süzülüyordu gözlerinden. Kelimeler düğümlendi boğazıma. Bir birimize sarılıp, bir süre kala kaldık öylece. Bu son buluşmamız oldu. Birkaç yıl sonra O’’ da uçup gitmişti aşkına. Sanıyorum şimdi çok mutludur. Mümkün olsaydı da, bir şişe rakı ve kavunu kapıp , gidebilseydik yanlarına. Özer KIRCA