FARKIMIZ
Yıllar önce, İzmir ve çevresinde hayvan ticareti yapan E… , dört ve beş yaşlarına iki çocuğu, çok sevdiği ve fakat bir kez olsun yüzüne karşı , seviyorum diyemediği eşi ile birlikte kendince mutlu bir aile babası olarak yaşam sürüyordu. Tek kusuru alkolün ayarını kaçırınca kendi ayarını da kaçırıp etrafa bağırıp çağırması idi. Bu nedenle de işi ve ailesi dışında dışarısıyla bir ilişkisi yoktu. Zararsız kükremelerinin muhatabı genellikle eşi, tanığı da iki küçük çocukları .. İyi ile kötünün ayırdında olmayan çocuklar, belki de yaşamın doğalı olarak karşılıyordu babanın bu davranışlarını.. Tekrarlarla dolu, tek düze sürüp giden yaşamlarında bir gün evinde, rakılı bir akşam sofrasında rutine dönüşen , kuru sıkı tehdit ve küfürleri o denli tahammül sınırlarını aşmış olmalı ki, sessiz sakin sofrada oturmakta olan eşinin birden kalkarak bahçeye çıkması ve O’ nu takip eden E…’ın da kısa süre sonra peşinden gitmesinden sonra duyulan üç el silah sesi… Bir köşede birbirlerine sarılmış, çaresiz ve korku ile olup biteni anlamaya çalışan iki kardeş, ambulans, polis, konu komşu akrabaların olay yerine akın etmesi... Yani olay sonrası bilindik fotoğraf. Bu tabloda günahsız anne yaşamla vedalaşmış, çocuklar dede evine taşınırlarken, babaları E... ‘da demir parmaklıklar ardına…Her şey bir anda ters yüz olmuştu.
E’.nin ailesi tarafından savunması ile görevlendirildim. E.,,, polisten başlayarak tüm anlatımlarında ; eşinin, tartışma sonrası buzdolabının üzerinden kendisine ait tabancayı kaparak evin bahçesine çıktığını, arkasından koşturmasına rağmen, üç el silah sesine engel olamadığını, intihar ettiğini.. savunuyor,. soruşturmayı yürüten kriminal birim; olayda kullanılan silahın özelliklerini önceleyerek , bir kişinin yaşamsal bölgesine aralıksız üç el ateş etmesinin mümkün olmadığı yolundaki önyargıdan yola çıkarak, sanığın suçunu; eşini kasten öldürme olarak nitelendirmiş, intihar savunmasını kabule değer bulmamıştı. Soruşturma savcısı da olaya polis gibi yaklaşarak ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştı. E…, mahkemede de ısrarlı biçime intihar savunmasını sürdürdü. İki seçeneğim vardı. Ya savunma doğrultusunda intihar savunmasını benimseyerek bir savunma geliştirecek, ya da meslek kuralları gereği müdafilik görevime son verecektim. Savcılık yukarıda kısaca açıkladığım ön yargıyı benimsemiş , başkaca bir araştırma ve soruşturmaya gerek görmüyordu. Ben ise, savunmanın peşinen reddinin adil yargılanma hakkına aykırı olduğu ilkesinden yola çıkarak, sanık savunmasının bilimsel ve teknik anlamda doğruluğunun test edilmesi amacı ile , dosyanın ATK ‘ na (Adli Tıp Kurumu) gönderilerek, intihar olasılığı yönünden rapora bağlanmasını istiyordum. Her oturumda yinelediğim taleplerim, Mahkemece de, polis ve savcılığın yaklaşımları doğrultusunda sürdürülen bir kabulden hareketle olumsuzlukla karşılanıp, reddedildi. Bu katı tutumu aşmanın yollarını araştırıyordum. Sonuçta sanığın beraatini ya da tahliyesini değil, maddi gerçeğin teknik olarak saptanmasını istiyordum. Çaresizlik içinde kıvranırken Amerika’da uzun yıllar bulunmuş bir iş insanı dostum ünlü bir adli tıp uzmanı, kriminolog bilim insanı prof. Werner Spitz’ den uzmanlık raporu alınmasında yardımcı olabileceğini teklif etti. Ünlü Prof.’ün, Martin Luther King ve John. F. Kenedy’ nin (*) otopsi kurullarının başkanı olduğunu söyledi.. İnanamadım. Heyecanlanmıştım. Bu dostum aracılığıyla Prof.Spitz’ in iletişim bilgilerini edindim. Tüm dosyanın ve raporların yeminli tercüman aracılığı ile çevirisini sağlayarak Amerika’ya gönderdim. Açıkçası yanıt alabileceğimi düşünmüyor, Hoca’nın hikayesindeki gibi ; göle maya çalıyordum. Ama başka çarem kalmamıştı. Çabalarımın yol göstericisi ve tanığı olan dostuma ; olayda kullanılan silahın kriminalistik ve balistik incelemesinin de aynı yolla incelemesinde yardımcı olup, olamayacağını sorduğumda , birkaç gün müsaade isteyip, geri döndüğünde, silahın üreticisi Smith Wesson firmasının iletişim bilgilerini getirdi. Silahın atış özellikleri, değişik atışlarda bıraktığı iz ve emarelerle ( bitişik, Yakın, Bitişiğe yakın yakın atış ve uzak atış) ilgili olarak fabrikasından bilgi istiyordum. Aynı yöntemi izledim. Yanıtı da gecikmedi.
Bu arada yargılamada karar aşamasına gelinmişti. Duruşma savcısı esasa yönelik iddiasında; E….’ ın iddianamedeki gibi cezalandırılmasını istiyordu. Kararının olumsuz çıkacağına olan inancım nedeniyle davayı bu Mahkemenin elinden kurtarmanın yollarını araştırırken savunmaya ve karara bırakılan duruşmayı bir kez erteletebilirsem adli tatili bulacaktık. Farklı bir yargıçlar kurulunun taleplerimi kabul edebileceğini düşündüm. Uzun süredir ötelediğim bir sağlık sorunumla ilgili küçük bir operasyonu İstanbul’a giderek gerçekleştirdim. Bu sorunumu rapora da bağlayıp gerekçe göstererek , erteleme dilekçesi gönderdim. Duruşma, talebim gibi adli tatil içerisinde bir güne bırakılmıştı.. Farklı hakimlerin görevli oldukları Mahkemede girişimlerimi anlatarak , Adli Tıp Kurumundan görüş alınması talebim ile ilgili önceki ret kararından dönülerek, dosyanın ATK’ na gönderilmesine karar verilmesini talep etim. Kabul görmüştü, Bu arada, dosyanın ABD’ ne gönderdirildiği tarihten yaklaşık iki ay gibi bir süre geçmişti ki, DHL Kargo yetkilisi elinde bir koli ile kapımı çaldı. Prof. Spitz belgeler eşliğinde kişisel görüşünü açıklarken, nazik mektubunda beni ekselans diyerek selamlıyordu. Hoca , dayanak belgeleri eşliğinde ABD.’ nde yaşanmış olgusal gerçekler ve örnekler göstererek , olayla ilgili görüşlerini bildiriyordu. Ciddi bir bilimsel ve teknik incelemeyi takdim eden mektubundaki aşağıda alıntıladığım son sözleri , adalet ve hukuk adamlığı kavramlarının özünü ortaya koyuyordu. İç sesimle neden bizde?.. diye haykırmışım.. Hiç tanımadığım, varlığından haberdar olmadığım bir önemli bilim insanı Türkiye’de , İzmir’ de bir avukata hitaben; bir ay sonra Güney Afrika’da bir konferansa katılacağım, Türk Ağır Ceza Mahkemesi kabul ederse, dönüşte Türkiye’ye uğrayıp görüşlerimi bildirebilirim, diyordu. Çok etkilenmiş. İnanamamıştım. Başka bir gezegende mi idim, birileri dalga mı geçiyordu. Ama hayır, karşımdaki ta kendisi idi… Açıkça mektubunda yer alan bu sözler tarifsiz yüreklendirmişti beni. İşte bu ruh haliyle o dönemlerde üzerinden kuşun dahi uçurtulmadığı söylenen ATK ( Adli tıp Kurumu)’na bizzat gitmeye karar verdim. O sıralar alanında namlı ATK başkanı ile görüşmek, olan biteni sunarak incelemelerini örtülü biçimde etkilemek istiyordum. Ailede tıp insanın çokluğu bu sorunu da aşmamı , Sn. Başkan ŞG . ile iletişime geçmemi kolaylaştırdı. Bu şekilde engelleri aşarak karşısına çıktığımda; kıramayacağı bir dostunun lütfen ricasını yerine getirir bir havada , üstenci bir tonla; buyurun nedir sorununuz, şeklinde soğuk bir karşılamada, ayakta dikilerek geliş nedenimi açıklamaya çalışırken bir ara ABD’li Prof’ün ismini andığımda Sn. Başkanın tavrı birden değişti. Belli ki tanıyordu. O dakikadan sonra hatırlı misafir muamelesi görmeye başladım. Karşısındaki koltuğa davet edildim. Çay ikram edildi. Ben de rahatlamıştım. Bir cesaret ayrıntıya girdim. Bir taraftan beni dinliyor , bir taraftan da sunduğum belgelerin sayfalarını çeviriyordu ki, dahili telefona sarılarak Kurumda görevli hocalardan iki kişiyi davet etti. Onların da katılımı ile yanımda sürdürdükleri görüş alış verişinden sonra, Prof. Spitz’ in intihar olasılığı görüşünü kendilerinin de benimsediklerini söylediler. Bu seyahatimden kimseye söz edemedim. Duruşma günü geldi. Bu kez, Mahkemenin kendi yargıçları kürsüdeydiler. Ancak dosya ATK ‘ ndan henüz dönmediğinden, gönülsüz biçimde zorunlu olarak duruşma ertelendi. Nihayet dosya gelmişti. Raporda , söylendiği gibi intihar olasılığından söz ediliyordu. Ancak, bu doğrultuda sunduğum savunma kabul edilmeyerek, E..nın eşini kasten öldürdüğü kabul edilerek, oy birliği ile müebbet hapis cezasına mahkumiyetine karar verildi.
Yerelde görevimin gereklerini yerine getirmiştim. Ailesi da hakkımda böyle düşünüyordu. Yargıtay aşamasında benden farklı bir sesin olması gerektiğini bildirdim. Önerimle rahmetli Prof. Dr. Faruk EREM hoca ile gerçekleştirilen görüşme sonrasında Hoca, birlikte duruşmaya ( murafaa) ya katılmayı kabul etti. Bu kabulde ortak paydamız mesleğimiz ve Hoca ile abi kardeş ilişkimiz etkili olmuştu. Ayrı ayrı hazırlandık. Duruşma günü sabahı Yargıtay 1. Ceza Dairesi önündeki buluşmamızda Hoca bana ; Özer önce ben konuşayım. Sen davayı başından beri takip ediyorsun, ayrıntıya hakimsin deyince; isteği boyun borcu kabul edip girdik salona. Hoca sözlerine ; biz Mahkemeye okyanus ötresinden rapor sunduk. Raporu düzenleyen Hocanın ününden de söz ederek O, binlerce km. öteden karşılık beklemeden gelerek , kabul edilirse görüşlerini Mahkemede de ifade edebileceğini bildirirken , biz yerel mahkemeyi 2-3 km. uzaklıktaki olay mahalline keşfe götüremedik işte adalet anlayışındaki farklılığımız, diyerek hislerime tercüman oldu. Alanında dünya ölçeğinde ünlü bir insanın adalet adına gösterdiği bu alçakgönüllü ve özverili davranışı karşısında, gelebilse idi biz de İzmir’in imbatında ayarımızı kaçırmadan bir kadeh Türk Rakısı eşliğinde güneşi birlikte yolcu edebilecektik. Ben de benzer sözleri söyleyip özet bir savunma sundum. Kısaca . Sonuç değişmedi , yerel mahkeme hükmünün onanması şeklinde çıktı. Dört ve beş yaşlarında iki çocuğun aile büyüklerinin telkinleri altında olduğuna inandığım anlatımları hükme esas alınmıştı. Yargıtayda , Hocamın; okyanus ötesinden getirdik , şeklindeki sözlerine beni de katarak çoğul ifade kullanmasına insani bir refleksle o anda iç sesimle tepki versem de , bu gün o sözlerini omuzlarıma taktığı bir başarı apoleti olarak algıladığımı söylemeliyim. Özer KIRCA 07.10.2024
(*) J.F.KenedyABD 35. Başkanı 1963 ‘te Suikast sonucu öldürüldü
M.Luther King ABD Sivil Haklar Hareketi Lideri Papaz 1968 ‘de suikastla öldürüldü