İşte Geldik Gidiyoruz. Bilinmez Bir diyara. C.KARACA
Yıllar öncesi yaz tatillerimizde yaşamımızın bir parçası haline gelen, emektar Shiva’ mızla Ege Adalarını dolaşır dururduk. Başlangıçta denize ve denizciliğe çekinerek yaklaşan İnci ,bir süre sonra bu dünyanın insanı olup çıkmış, yazlık evimizin yolunu unutur olmuştuk. Birkaç ayla sınırlı da kalsa denizle dost olmak başka bir taşk ve terapi oluyor. Şimdilerde ilerleyen yaşa koşut gerileyen aksiyon gücümüz nedeniyle o günlere uzaktan özlemle bakıyor, bu süreçte biriktirdiğimiz anılar ve de edindiğimiz dostluklarda yaşıyoruz .
O günlerden bir anımı paylaşmak istiyorum. Kavurucu bir ağustos sıcağında Mixonos Adasından demir almış Bodrum’a yol alırken rota üstündeki küçük balıkçı adası olan Naxos’tan balık vs. ikmalini yaptıktan sonra , oniki adalardan Patnos ‘ ta Belediyenin işlettiği kıyıdan tonoz alarak yanaşıp, su ve elektrik bağlantılarını aldık. Amacımız, tükenen yakıtımızı alıp, birkaç saat oyalandıktan sonra yolumuza devam edip, karanlığa kalmadan Bodrum’a ulaşmaktı. Hani derler ya ; “kişi plan yapar da yukarıdaki kıs kıs gülermiş.” İşte bizimkisi de aynen öyle oldu. İlgililer yakıt tankerinin adaya haftada bir gün uğradığını , tanklarında bizlere verecekleri yakıt bulunmadığını söylediler. Tankerin gelmesine daha dört gün vardı. Yapacak bir şey yoktu, çaresiz bekleyecektik. Adadaki ikinci günümüzün ortalarında elimde okunacak bir şeyler , yarı uykulu yarı uyanık kıç üstünde uzanmış pineklerken kıyıdan gelen buzuki ve trompet sesleri sardı orta yeri. Doğrulup baktığımda ; önde üç dört çalgıcı adeta ölüyü dirilten ritmik bir melodiyi icra ediyorlardı. Doğrusu bu ya. Tüm uyuşukluğumu attım üzerimden. Bunlar müziğin ritmine uygun bir tempo ile yürürken adeta dans ediyorlardı. Arkalarında , karalar giymiş iki insanın ittiği lastik tekerlekli üst kapakları olmayan tabut ve içerisinde sağı solu çiçekler içerisinde, üzerinde elbiseleri , taranmış saçları ve traşlı yüzü ile ölen…”Haydi gelin, selam durun yolculuğumda,” der gibiydi. Hemen arkalarında Ortodoks mezhebinin temsilcileri . Siyah başlıkları ve cübbelerinden oluşan özgün kılıkları ile öndekilere ritmik yürüyüşle eşlik ederken, bas ve basbariton seslerinde yankılan ilahileri ile sanki bir operada koro görevini üstlenmiş , ilerliyorlardı. Bu arada Patnos Adası’nın , Ortodoks aleminin önemli merkezlerinden birisi olduğunu da ifade etmeliyim. Adada bulunan “Aziz Yuhanna Manastırı “ her dinden ve mezhepten insanların ilgisini çeken bir uğrak yeridir. Bu gurubun arkasında ise siyah ve güne özel giysileri içerisinde ölenin yakınları , kadın erkek guruplar ve adalılar…
Sonradan öğrendiğime kortej, seremoniye ada halkının daveti amacını taşıyormuş, Nefes almadan izlediğim yürüyüşün sonuna gelindiğinde birileri beni ittirmişçesine, bilinç dışı bir hareketle tekneden inerek korteje katıldım. Sessizce adımlarımı atarken sıcakta fazla yürüyemeyeceğimi anlayarak geriye kaldım ve Shiva’ya döndüm.
Etkilendiğim bu cenaze ritüelini biraz araştırdım. Doğrudur, eğridir bilmem. Anlatanların yalancısıyım. Antik çağlarda da Yunanlılar ölülerinin kutsal olduklarına inanır, ruhlarının huzura kavuşması için onlara görkemli cenaze törenleri düzenlermiş. Ölenin bedeni yıkanıp değişik kokular sürülür , başına çiçeklerden örülmüş ya da altından bir çelenk konulup , beyaz giysiler giydirilip, çevresine de leziz çörekler bırakıldıktan sonra , bu şekilde eş dost ve akrabaların ziyaretleri sağlanırmış. Ölenin yakınları yaslarını belli bir süre üzerlerinde taşıdıkları siyah giysiler içerisinde devam ettirirmiş ki hala günümüzde üç ay süreyle siyah giysilerin çıkartılmadığını söylüyorlar. Antik Yunanın ölüsüne karşı bu son yolculuk seremonisi, İsa’dan sonra da nüanslarla sürüp gidiyor.
Gün içinde adaya gelen ünlü bir iş insanının örnek bir soydaş dayanışması ve davranışını yaşayarak, Kalimnos’a götürecek kadar yakıt ikmalini yapıp, dört gün beklemeden demir aldık. Ö.Kırca
Kenarda Köşede Bir Haberdeki Manşete Taşınmayı Düşünen İnsan
Önemli bir dostum ve meslektaşımın sosyal medyadan paylaştığı ,” Konak Meydanı’” nda yüzlerce kadınlı erkekli gurubun Cumhuriyet’imizin Yüzüncü Yılı etkinlikleri kapsamında gerçekleştirdikleri “zeybek” gösterisini zevkle ve değişik duygular içerisinde izledim. Son İzmir depreminde hasar gördüğü için “ kentsel dönüşüm “ kapsamında yıkılan Büyükşehir Belediyesi Hizmet Binası alanında gerçekleştirilen gösteride gözlerim Başkan ya da yetkilendirdiği görevlileri aradı. Göremedim. Yoktular. Koca kentin onca iri sorunları ile boğuşuyorlardır, diye düşündüm. Gündelik rutinime dönmüştüm ki ulusal bir gazetemizin ara sahifelerinde bir habere takılı kaldım. Gösteri mahallinde aradığım bizim Başkan Yurtdışına çıkmış , Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Kongresinde üye olmaya çabalıyor. Habere düşen açıklamalarında da kısaca ; “ben buraların insanıyım, seçilmek istiyorum” mesajını veriyor. Dünyanın ve ülkenin gündemi insanlık tarihine kara bir leke olarak düşen ağır ve bir o kadar da acı veren sorunları yaşarken, anlaşılan bizim başkan kendi derdine düşmüş. Bildiğim Başkan bir siyaset insanı. “ Hep Ana Muhalefet Partisi” nin öncelikle bir üyesi , sonrasında da bu örgüt adına umutla seçilmiş bir yerel yönetici. Hani derler ya ; “ her boyayı boyadın, kaldı bir fıstıkî yeşil “ tam da bu deyişle uyarlı bizimkisinin davranışı. Çok fazla ırgalamamakla birlikte , umarım kendi olanakları ile gitmiştir oralara. Beklentilerin altında bir hizmet performansı gözlemlenen Sn. Başkana bir meslek büyüğü olarak tavsiyem, irice bir apartmanın bir yıllık tüketiminin karşılığı düzeyinde kara buğday yetiştiriciliğini öne çıkarıp tarım bakanlığı ile yarışmak ne denli alkış almıyorsa, Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Kongresi üyeliğine seçilmek de bir o kadar İzmir Halkının derdi olmayacaktır. Ö.KIRCA