DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ
Dünya Emekçi Kadınlar günü
Yasalarda, tarafı bulunduğumuz uluslararası sözleşmeler ve ilk imzacısı olduğumuz " İstanbul Sözleşmesi" ile her alanda "toplumsal cinsiyet eşitliği" , "eşit haklara sahiplik" kavramları ile ilgili önemli düzenlemeler varlıklarını sürdürüyor olsalar da, gün geçmiyor ki bir kadının erkeğin elinden ölüme giderken attığı çığlıklar yürekleri dağlamasın. Ceza yasalarında gerçekleştireceğimiz özel düzenlemelerle suçun failine karşı en ağır cezaları getirseniz de , kadın cinayetleri ve aile içi şiddet olaylarının önünün alınması pek olası görünmüyor.
" Bir ülkede eğitim , bilim dışında kalanın denetimi altına sokulursa, orada uygarlığın ışıldağını tutuşturacak bir kıvılcım bulmak güçtür." (Pascal) Elbette bu "toplumsal" cinayetlere ve şiddete karşı yerel düzeyde ve farklı coğrafyalarda ceza ve önlem anlamında bir dizi düzenlemeler yer almakta ise de, yeterli olmuyor, olaylar dur durak tanımadan , artarak devam ediyor.
"Sözleşme" de ; "Taraflar bu sözleşme kapsamındaki her türlü şiddetin önlenmesi ve bu tür şiddet eylemleriyle mücadele edilmesine yönelik ilgili tüm tedbirleri içeren devlet çapında etkili ,kapsamlı ve birbiriyle koordineli politikaları benimseyip, uygulanmasını mümkün kılacak, gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacak ve kadına şiddete karşı bütüncül bir mukabelede bulunulmasını temin edeceklerdir. " (İst.Söz.md.7/1) Görüldüğü gibi Sözleşme, taraf ülkelere çok yönlü ve kapsamlı yükümlülükler getirmektedir. Kimi kesimler, " Sözleşmeden çıkma" yaygarası koparırken, ya ne söylediklerinin ayırdında değiller, ya da kendilerini dünyaya getiren varlık olan analarını yok saymaktadırlar. Kim bilir , böylece, kendilerini teslim alan çağ dışı, edilgen öğreti ve inancın gereklerini yerine getirerek öbür dünyadaki yerlerini garantiye almaya çalışıyorlar.
Dünyaya gözlerimizi açtığımızda , mavi ve pembe renklerle başlayan farklılaştırma çabası, giderek ilerleyen zamanda renklerden söylemlere, söylemlerden dışlanmışlıklara ve nihayet fiziki şiddete ve cana kıymalara uzanan bir seyir izlemiştir. Kadına karşı ; " eksik etek, erkek gibi kadın, kadının yeri erkeğinin dizinin dibi, kızını dövmeyen dizini döver..vb" gibi dışlayıcı ve aşağılayıcı tüm söylem ve benzetmeler; eril ve erkek egemen bir anlayışın dışa vurumları olarak açıklansa da, konu çok yönlü bir yaklaşımı zorunlu kılıyor. Bu bağlamda, güncelliği nedeniyle bir hukuk insanı olarak ifade etmeliyim ki ; salt hukuksal alandaki düzenlemelerle soruna çözüm aramak yanlış olmasa da, eksik kalacaktır.
Kanımca çözümcül bir arayışa yönelindiğinde , sorunu tüm boyutlarıyla ortaya koyarak yola çıkmak gerekecektir. Bu noktada "sözleşme"de geçen " bütüncül " sözcüğünü geniş anlamda ele almak, bu konuda ; aile, sosyal ortam, eğitim, ortak kültür, inançlar, üretim ilişkileri, tarih boyunca oluşan ve insanlığın ortak malı olan değer yargıları ,psiko sosyal , sosyo ekonomik ve sosyo kültürel ortam ve koşulları birlikte analiz ederek sonuçlar çıkarmak gerekecektir. Bu, tüm toplumsal katmanların eşgüdümsel yürüyerek, bilimsel bir çalışmanın etrafında bir araya gelmeleri ile mümkün olabilir ki, siyasilerin , hem de kadın siyasilerin son günlerdeki açıklamaları karşısında, bu günden yarına pek olası görünmüyor.
Önyargılı ve yasakçı değil, her türden görüşün demokratik biçimde insanı merkeze alarak tartışıldığı , bilimin ve çağdaş anlayışın egemen kılındığı özgür ortamlar sağlanmadan, güncel politikaların değerleri ile hareket, zaman kaybına ve hedef sapmasına yol açacakt