FELAKET VE LİYAKAT

"Refakatçisi Olmayam Çocuklar"

Bilim ve tekniğin akıl almaz biçimde geliştiği bir dünyada , biz hala el yordamıyla , " kimse var mı ? " diye bağırarak enkaz altında canlar  aranıyor. Gelen bir ses, bir kımıltıda  sanki  evlerinde  izleyen bizlerden de sessiz olmamız istenmişcesine nefesimizi kesip, öylece kalıyor, geçen dakikaları yıllar gibi algılıyoruz..  Sona yaklaştırdığından hızından şekvacı olduğumuz akıp giden zamanı durduramıyoruz. , Enkaz altından gelecek yaşama dair bir ses,    sevinç ve hüznü birlikte yaşama isteğinin  gerilim dolu bekleyişi. Galiba hayatın kendisi de bu olsa gerek.

 Böylesi karmaşık  ,  sonu belirsiz , asi ve çaresiz duygular içinde ,eskilerin diliyle tefekküre dalmışken, kurtarıcılarının elinde , gün yüzüne tekrar dönen  bir bebeğin yaşam koridorundan kalkıp, tüm dünyada yankılanan 

 sesi   ile gerçeğe dönüyorum. Kucaklarda ambulansa yetiştirilirken, bebekde zumlanan görüntüde  bu kez boncuk boncuk gözlerdeki soruşturan, bilge bakışlara asılı kaldım. Çok şey yapmak isteyip, hiç bir şey yapamamak yaktı içimi. Çaresiz   başka kanala geçmiştim ki ,  bu kez  özel giysileriyle kadın görevlileri kucaklarındaki bebelerle uçağın merdivenlerinde gördüm. Fondaki haberci, sayıları yüzün üzerinde " refakatçısı olmayan"  bebeğin kimlik ve aileleri belirlenemediğinden, Aile ve  Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın ilgili kurumlarının bakım  ve korumasına bırakılmak üzere Ankara' ya götürüldüklerini söyleyince,  tutamadım kendimi . Göz yaşım  su olup akarken, duyumsadığım acı artarak tüm benliğimi esir aldı.  

Ehliyetsizlik ve liyakat fukaralığı felakatin boyutlarını katlanılamaz, onanamaz boyutlara taşıdı. Yeterince kurtarma ve  yardımın yapılmadığı ,yapılamadığı üçüncü günün sonunda konusunda uzman, bilgi ,deneyim ve liyakat  sahibi yerli , yabancı kuruluşlar ve uluslararası arama kurtarma guruplarının alana girmeleri ile günlerdir beton altındaki canların  felakatin beşinci gününde  peş peşe yaşama döndürüldüklerini, heyecan y0klü  buruk bir sevinç ve umutla izliyorum.  Yeri geldiğinde dünyanın 17. büyük devletiyiz, seneye kişi başı ulusal gelir yirmi bin dolar olacak, dünya liderimiz filan derken; şehirlere ulaşımın kesildiği, kentlere ve köylere ulaşılamadığı , girilemediği bir gerçekle yüzleşiyoruz.

Kurtarma çalışmaları bilgi ve bilimin yol göstericiğinde , gerekli ekip ve ekipmanlar, termal kameralar ve sismik dinlemelerle yapılmaya başladığında, felaketin beşinci günü de olsa, ardı sıra  yaratılan mucizeler  görece içimi  ısıtırken, , daha önceleri neredeydiniz ve keşkelerle başlayan cümleler kurmaktan kendimi alamıyorum,

Kuşkusuz, insanlığın ve  uluslararası kuruluşların duyarlılığı ile ülkemin dinamikleri , kaybedilen malı mülkü , parayı pulu  süre de alsa bir şekilde tekrar yerine  getirecek,   kaybolan şehirler  imar  edilp , yaşam  çarkları yeniden dönmeye başlayacaktır. İlk çağlardan günümüze direnerek akıp gelen felaketle birlikte , toprak altında   yok olan, kaybolan binlerce yıllık   kadim tarihin yöredeki kanıtlarını bundan böyle tarihçilerin anlatımları ve arkeolojinin sayfalarında görebileceğiz. 

 Yitirdiğimiz onbinlerce canın yarattığı toplumsal ve insani travmanın etkileri yaşam boyu   sürecektir. Bir yüz yıl sonra ;  "2023 yılında Türkiye'nin güneyindeki yerleşimler yerle bir  oldu. Onbinler öldü." deyip geçilecek bir felaket değil bu yaşananlar. Kimlikler kaybolacak,  nesepler  karışabilecektir. Aile hukuku, miras hukuku... Her şey, her şey çözümsüz biçimde  bir birine karışacak gibi duruyor, Kimlikleri bilinmeyen , anne ve babası ie aileleleri saptanamadıkları için uçaklarla başka illerdeki Bakanlık kurumlarına taşınan bebeler vardı ya.. Ailelerinin de vefat ettiklerini düşünürseniz, bundan böyle nasıl yaşayacaklar, hangi kimlikle  büyüyor.

Kırca Hukuk Bürosu
Tüm Hakları Saklıdır ©