AYM EMSAL KARARLAR

Adil Yargılanma (Ceza) Hakkına Dair Emsal Kararlar

 

Mahkemeye Erişim Hakkı

HAGB Kararından Sonra Gerekçeli Kararın Tebliğ Edilmemesi

Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil eğer iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst mahkemelere etkili bir şekilde başvurma hakkını da içerir.

Karar veya hükmün gerekçesiyle birlikte açıklanmaması durumunda kanun yoluna başvuru süresi tefhimle başlayan kişinin gerekçesini bilmediği karar veya hükme karşı kanun yoluna başvuru hakkını gereği gibi kullandığı söylenemeyeceği gibi kanun yoluna başvurma nedenlerini bilmeyen kanun yolu merciinin de kanun yolu incelemesini sağlıklı bir şekilde yaptığı söylenemez.

Bu çerçevede HAGB kararının tefhim edilmesinden sonra verilen itiraz dilekçesi üzerine gerekçeli karar başvurucuya tebliğ edilmeden dosyanın yetkili mahkemeye gönderilmesi ve başvurucunun ayrıntılı itiraz dilekçesi verme imkânı sağlanmadan itirazın incelenmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma ve mahkemeye erişim haklarının ihlal edebilir.

İlgili Kararlar

♦ (Ayşe Eşlik, B. No: 2014/15969, 21/6/2017)  
♦ (Özgür Şakir Beller, B. No: 2019/22043, 15/6/2022)
♦ (Abdulğafur Akcan, B. No: 2021/1730, 4/7/2022)  

 

Mahkemenin Hatası Nedeniyle Kanun Yoluna Başvuru Süresini Kaçırma

Mahkemeye erişim hakkı bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Öte yandan mahkemeye erişim hakkı ilk derece mahkemesine dava açma hakkının yanı sıra itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise anılan yollara başvurma hakkını da içerir. Bu hak, suç isnadına ilişkin uyuşmazlıklarda da uygulanabilir bir haktır.

Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için süre ve şekil gibi birtakım koşullar öngörülmesi, dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde katı olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin gereği olup mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki öngörülen koşulların açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yorumlanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamadığı takdirde mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğinin kabulü gerekir.

Yargısal başvurulara dair dilekçelerini ilgili mevzuatta öngörülen usule uygun olarak (örneğin 5271 sayılı Kanun'un 38/A maddesinin ikinci fıkrası gereği dosyaların güvenli elektronik imza ile UYAP’tan incelenebilmesine istinaden) yetkili yargı merciine sunan kişilerin kendilerine atfedilemeyen ve tamamen mahkemelerin iç işleyişinden kaynaklanan hata ve aksamalardan sorumlu tutularak mahkemeye erişimlerinin engellenmesi bu hakka yapılan müdahaleyi ölçüsüz kılabilir. Özellikle kanun yoluna başvurma yönündeki istek ve iradesini ortaya koymuş olanlar (süre tutum dilekçesi verenler) yönünden bu tür müdahaleler, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlaline sebep olabilir. Örnek olarak tarafların kanuna dayanarak elektronik ortamda yaptığı temyiz taleplerine ilişkin araştırma yahut bu değerlendirme yapmadan hâkim havale tarihinden itibaren temyiz süresinin başlatılması bu çerçevede değerlendirilebilir.

İlgili Kararlar

♦ (İbrahim Topcu, B. No: 2014/1295, 23/3/2017)
♦ (Hasan İşten, B. No: 2015/1950, 22/2/2018)  
♦ (Nihat Kara, B. No: 2018/20830, 17/11/2022)  
♦ (Ergin Demir, B. No: 2019/28641, 19/10/2022)  

 

Mahkemeye Erişim Hakkına Müdahalenin Kanuni Dayanağının Bulunmaması

Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Anayasa Mahkemesi kararlarında, Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevlerin özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebileceği kabul edilmektedir. Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlandırmaların kanuna dayanması, hakkın özünü zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi ve ölçülü olması gerekir.

Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir. Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir.

Bir uyuşmazlıkta uygulanacak hukuk kurallarının ve özellikle müdahalenin kanuni dayanağını oluşturan kanun hükümlerinin yorumlanması derece mahkemelerinin takdirindedir. Derece mahkemelerince mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağını oluşturduğu ifade edilen hükümlerle ilgili olarak geliştirilen yorumların isabetli olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Bununla birlikte derece mahkemelerinin yorumlarının kanunun açık lafzıyla çelişki içinde olduğu veya kanun metni dikkate alındığında bireyler tarafından öngörülmesinin mümkün olmadığı sonucuna ulaşıldığı hâllerde mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı kanaatine varılması mümkündür.

İlgili Kararlar

♦ (Şinasi Umaz, B. No: 2016/40621, 23/10/2019)   
♦ (Ziya Özden, B. No: 2016/67737, 19/11/2019) 
♦ (Abdurrahman Özcan, B. No: 2016/77913, 15/1/2020)
♦ (Ruhi Baydar [GK], B. No: 2018/32597, 15/4/2021)
♦ (Kadir Gülcü, B. No: 2016/59359, 28/1/2020)   
♦ (Ufuk Bekdemir, B. No: 2016/14113, 31/3/2022) 
♦ (Fatih Emekli, B. No: 2019/26269, 17/11/2022)
♦ (Özgür Solak, B. No: 2018/24539, 20/12/2022)

 

AİHM Kararına Rağmen Yargılamanın Yenilenmemesi

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) ihlalin ancak yeniden yargılamayla giderilebileceğine dair kararına rağmen yargılamanın yenilenmesi talebinin kabul edilmemesi ve dosya üzerinden karar verilmesi suretiyle ihlalin ve sonuçlarının kaldırılmaması sonucunu doğurabilmektedir.

11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'na geçici 2. madde eklenerek 4/2/2003 tarihi itibarıyla AİHM'de derdest olup da sonradan ceza hükmünün Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiği tespit edilen ancak 5271 sayılı Kanun'un 311. maddesinin (2) numaralı fıkrası nedeniyle yargılamanın yenilenmesine başvurulamayan, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından 15/6/2012 tarihi itibarıyla icra süreci denetlenmekte olan kararlar açısından da yargılamanın yenilenmesi yolu açılmıştır.

Bu duruma istinaden ilgili başvurucular tarafından  yapılan yargılamanın yenilenmesi talepleri reddedilirken yeterli ve ilgili gerekçe gösterilmemiş olması halinde Anayasa Mahkemesi tarafından başvurunun niteliğine uygun hak grubundan ihlal sonucuna ulaşılabilmektedir.

İlgili Kararlar

♦ (Laleş Çeliker, B. No: 2013/8413, 21/4/2016)
♦ (Şehmus Yıldız ve Muhyedin Sevinç, B. No: 2014/4954, 8/6/2016)
♦ (Mehmet Dursun ve diğerleri, B. No: 2014/2196, 14/9/2017)

 

Mahkeme Hakkı/Karar Hakkı

 

Uyuşmazlığın Esasına Yönelik Talebin Mahkeme Tarafından Karşılanmaması

Adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan mahkeme hakkı; mahkemeye erişim hakkı, karar hakkı ve kararın icrası haklarını içerir. Karar hakkı genel itibarıyla mahkeme önüne getirilen uyuşmazlığın karara bağlanmasını isteme hakkını ifade eder. Bununla birlikte karar hakkı bireylerin sadece yargılama sonucunda şeklî anlamda bir karar elde etmelerini güvence altına almaz. Bu hak aynı zamanda, dava konusu edilen uyuşmazlığa ilişkin esaslı taleplerin yargı merciince bir sonuca bağlanmasını da gerektirir.

Kişiler dava açmak suretiyle mahkemelerden hak ve özgürlükleriyle ilgili olarak yargısal koruma talep etmektedir. Bireylerin yargısal koruma taleplerine cevap vermek, bu bağlamda dava konusu uyuşmazlığın esasını inceleyerek iddia ve savunmaları değerlendirdikten sonra davayı karara bağlamak yargı mercilerinin anayasal yükümlülüğüdür. Ayrıca adil yargılanma hakkı davanın sonucuna yönelik bir güvence içermemektedir. Anılan hak yargılama sürecinin adil olarak yürütülmesini temin edecek birtakım usul güvenceleri sunmaktadır. 

Dolayısıyla ilgili yargı makamlarınca uyuşmazlık konusu edilen bir durum hakkında, başvuruculara atfedilebilecek herhangi bir kusur bulunmaksızın, olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemesi adil yargılama hakkı kapsamında karar hakkının ihlaline sebebiyet verebilir. Mahkemelerden beklenen, uyuşmazlığın esasına yönelik bir talep hakkında değerlendirme yapılmak suretiyle olumlu ya da olumsuz bir karar verilerek bu talebin bir sonuca bağlanmasıdır. 

İlgili Kararlar

♦ (Abbas Demiroğlu, B. No: 2018/31300, 7/4/2021)

 

Gerekçeli Karar Hakkı

 

Karar Sonucunu Değiştirebilecek Nitelikteki Esaslı bir İddianın Karşılanmaması

Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber, bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz.

Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Bu hak, tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir.

Gerekçeli karar hakkının amacı, kurulan hükmün dayanaklarını tatminkâr bir şekilde açıklamaktır. Bu hak, tarafların hükmün sonucunu değiştirebilecek iddialarının ayrı ve açık bir biçimde karşılanmasını gerektirmektedir. Mesele ceza davası olduğunda sanığın beraat etmesi veya daha az ceza alması sonucunu ortaya çıkarabilecek iddiaların cevaplanması zaruri hâle gelmektedir. Bu bağlamda suçun hukuka aykırılık unsuru ile maddi ve manevi unsurlarına, suça etki eden nedenler ile özel görünüş biçimlerine ilişkin iddiaların mahkemece dikkate alınması ve uygun bir şekilde değerlendirilmesi gerekebilir. Sanıklar tarafından ileri sürülen ve yargılamanın sonucunu etkileme ihtimali bulunan bu tür iddiaların dikkate alınmaması veya gereği gibi değerlendirilmemesi gerekçeli karar hakkını zedeleyebilir. Mahkemenin sanığın hükmün sonucunu değiştirebilecek iddialarını dikkate aldığından söz edilebilmesi, önemli ölçüde gerekçenin bu iddialara cevap verebilecek nitelikte hazırlanması ile mümkündür.

Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Bununla birlikte muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması halinde, davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir. Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir.

İlgili Kararlar

♦ (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014)
♦ (Yılmaz Çelik [GK], B. No: 2014/13117, 19/7/2018) 
♦ (Emre Ongurlar, B. No: 2016/9607, 10/1/2019)  
♦ (Muhammet Ali Tuluk ve diğerleri, B. No: 2018/568, 3/4/2019)
♦ (Serhat Soysalan, B. No: 2017/16903, 27/2/2020)
♦ (Mehmet Selim Demir, B. No: 2019/13365, 24/3/2021) 
♦ (Fazilet Beyhan ve diğerleri, B. No: 2019/35534, 3/3/2022) 
♦ (Cansu Güneş Seferoğlu, B. No: 2019/3706, 29/6/2022) 

 

İlgisiz/Yetersiz Gerekçe

Gerekçelendirme, davanın sonucuna etkili olay, olgu ve argümanları açıklamak yükümlülüğü olmakla birlikte, bu şekildeki gerekçelendirmenin mutlaka detaylı olması şart değildir.

Bir davada tarafların, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması “gerekçeli karar hakkı” yönünden zorunludur. Aksi bir tutumla, mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve yeterli bir yanıt” vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olabilecektir.

İlgili Kararlar

 (Tuba Doğruyol, B. No: 2014/1292, 10/6/2015)
 (Gökhan Ayhan, B. No: 2015/3041, 19/4/2018)
 (Feyzullah Gültekin, B. No: 2014/13069, 21/2/2019)
 (Necla Yaşar, B. No: 2020/35444, 14/9/2021

 

Silahların Eşitliği İlkesi / Çelişmeli Yargılama İlkesi

 

Delillere Erişim İmkânının Tanınması

Silahların eşitliği ilkesi kapsamında, yargılama sürecinde davanın tarafları arasında sahip olunan hak ve yükümlülükler bakımından tam bir eşitlik sağlanmış olmalı ve bu eşitlik, yargılama süresince de devam etmelidir. Yargılama sürecinde yapılan her türlü usul işlemi, delil ve karşı delil sunma, iddia ve karşı iddiada bulunma gibi hususlar da silahların eşitliği ilkesine uygun olarak gerçekleştirilmelidir. Silahların eşitliği prensibi, ceza yargılamasında sanığın aleyhine bir hukuki durumun yaratılmamasını da kapsamaktadır.

Suçlamanın esasını oluşturan delillere yönelik savunmanın etkisiz kalmasına neden olacak şekilde erişim ve inceleme imkânı sağlanmaması, ceza yargılamasının temel işlevinin yerine getirilmemesi sonucunu doğurur. Suçlamaların temelini oluşturan delillerin suçun sübutu bakımından uygun yöntemlerle ve uzman kişilerce incelenmemesi savunmanın faydasız ve gereksiz olması durumunu ortaya çıkarmaktadır. Örneğin dijital deliller üzerinde yapılacak teknik incelemenin suçların sübutu ve sanıkların bu suçlarla ilgisinin tespiti bakımından belirleyici olabileceği açıktır.

İlgili Kararlar

♦ (Yankı Bağcıoğlu ve diğerleri [GK], B. No: 2014/253, 9/1/2015)

 

Delillerin Gerçekliğine ve Güvenilirliğine Yönelik İtirazların İleri Sürülmesine Fırsat Verilmesi

Adil yargılanma hakkının unsurlarından olan çelişmeli yargılama ilkesi taraflara dava dosyası hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını ve bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir. Bu anlamda mahkemece tarafların dinlenilmemesi, delillere karşı çıkma imkânı verilmemesi, yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hâle gelmesine neden olabilecektir. Dolayısıyla ceza davalarında mahkemenin kararını etkilemek amacıyla dosyaya sunulan görüş ve delillerden sanığın haberdar olmasına ve bunlara karşı etkili bir şekilde karşı çıkmasına fırsat verilmesi gerekir.

Çelişmeli yargılamanın bir amacı da dosyaya bir görüşün/talebin girmesini sağlamakla sınırlı olmayıp onun mahkemece dikkate alınarak bir sonuca ulaşmasını sağlamaktır. Çelişmeli yargılama ilkesi, sanığın aleyhindeki delillerin çelişmeli bir usul ile mahkemeye sunulmasını ve sadece tanıkların değil diğer delillerin de tartışılmasını gerektirir. Böylelikle başvurucular delilin davayla ilgisini ve ağırlığını değerlendirerek güvenirliği hususundaki iddia ve itirazlarını dile getirebilecektir.

Bu güvencelere yer verildiği bazı somut yasal düzenlemeler de bulunmaktadır. Örneğin 5271 sayılı Kanun'un 209. maddesinin (1) numaralı fıkrasında delil olarak kullanılacak belgelerin duruşmada okunması, bir belge veya yazının delil olarak kullanılabilmesi duruşmada okunmasına bağlı olduğu; 215. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, herhangi bir belgenin okunmasından sonra ilgililerden diyeceklerinin sorulması; 217. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise hâkimin kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabileceği öngörülmüştür. Çelişmeli yargılama ilkesinin somut görünümlerinden olan bu düzenlemelere göre, sözgelimi, sanığın telefon konuşmalarının dinlenmesi ve kayda alınması konusunda verilmiş bir karar varsa getirtilip telefon konuşmalarına ilişkin çözüm tutanakları ile birlikte duruşmada okunması ve ilgililerden diyeceklerinin sorulması gereklidir.

İlgili Kararlar

♦ (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014) 
♦ (Ahmet Gökhan Rahtuvan, B. No: 2014/4991, 20/6/2014)
♦ (Cezair Akgül, B. No: 2014/10634, 26/10/2016)

 

Savunma Tarafının Sunduğu Delillerin Mahkemece İncelenmesi/Değerlendirilmesi

Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir. Bu usul güvencesi gereğince uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmasını kapsamaktadır.

Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması gerekir.

Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi kural olarak yargılamayı yürüten mahkemeye aittir. Bu konuda değerlendirme yapmak Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Bununla birlikte yargılamanın adil yargılama hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine gerektiği ölçüde riayet edilip edilmediği Anayasa Mahkemesinin denetim yetkisi kapsamındadır. Anılan ilkeler kapsamında yapılacak incelemede, delillere ilişkin olarak iddia ve savunma makamı arasında oluşturulan dengesizlik iddialarının da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir. Özellikle sanığın kendisinin elde etme olanağı bulunmayan deliller bakımından yargı makamlarınca savunmaya bunların aksini ortaya koyma hususunda makul imkânların sunulması gerekir.

İlgili Kararlar

♦ (Mustafa İbiş, B. No: 2015/13089, 17/7/2018)
♦ (Murat Polat ve Sebahattin Ünlü, B. No: 2014/13254, 7/11/2019)
♦ (Ruhşen Mahmutoğlu, B. No: 2015/22, 15/1/2020)
♦ (Sabri Yılmaz, B. No: 2018/11960, 30/3/2022) 
♦ (Harun Evren, B. No: 2020/17037, 13/4/2022) 

 

Delil Toplanması Taleplerinin Karşılanması

Yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve bazı tanıkların dinlenmesi, keşif yapılması, bilirkişi dinlenmesi gibi gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi kural olarak yargılamayı yürüten mahkemeye ait olmakla birlikte, Mahkemece, mahkûmiyet kararına gerekçe gösterdiği olguların varlığı yönünden sadece müşteki beyanlarını ve iddia makamının gösterdiği delilleri dikkate alması, buna karşılık sanığın aynı olguların aksini ispat için gösterdiği tanıkları dinlememesi ve diğer delilleri toplamaması, dolayısıyla savunmanın müştekiler ve iddia makamı karşısında önemli ölçüde dezavantajlı duruma düşürülmesi silahların eşitliği ilkesini ihlal eder.

İlgili Kararlar

♦ (Sebahat Tuncel (2), B. No: 2014/1440, 26/2/2015)
 (Ahmet Zeki Üçok, B. No: 2013/1966, 25/3/2015)

 

Taraflardan Biri Lehine Olan Karinelere Dayanılarak Karar Verilmesi

Yargılamada idare tarafından tanzim edilen belgelerin içeriğinin gerçekliği karinesinin yargılamanın sonucu yönünden belirleyici olması bireyi devlete karşı dezavantajlı bir konuma sokacağından silahların eşitliği ilkesini zedeleyebileceği gibi suç isnadıyla ilgili yargılama söz konusu olduğunda masumiyet karinesini de ihlal edebilir. Suç isnadını içeren karinenin aksinin başvurucu tarafından yargılama sırasında ispat edilebilmesinin mümkün olması, hâkimin de bu yönde ileri sürülen iddiaları inceleyip kararını buna göre verebilmesi, bir başka ifadeyle karinelerin kişiyi otomatik olarak suçlu hâline getirmemesi gerekir. Karineler, masumiyet karinesini ihlal eder boyuta ulaşmamalı ve suç isnadı altındaki kişi savunma imkânlarından yararlandırılmalıdır. 

Kamu görevlilerince düzenlenen tutanakla delillendirilen suç isnadı söz konusu olduğunda yargı mercilerinden beklenen tutanağın içeriğinin güvenilirliği ve özgünlüğüyle ilgili olarak sanık tarafından ileri sürülen argümanları tarafsız ve nesnel bir değerlendirmeye tabi tutmalarıdır. Maddi gerçekliğin ortaya çıkarılmasını hedefleyen ceza yargılamasında kamu görevlilerinin düzenlediği tutanakların içeriğinin aksinin ispatında herhangi bir delil sınırlamasının söz konusu olması düşünülemez. Delil sınırlaması, suçun oluştuğunun kabulü için tam vicdani kanaatin arandığı, dolayısıyla her türlü şüphenin izalesinin gerektiği ceza yargılamasının amacıyla bağdaşmaz. Bu itibarla sanığın delil sunma konusunda tam bir serbestiye sahip olması gerekir. Aksi durumda sanığın masum sayılmasının bir anlamı kalmaz.

İlgili Kararlar

♦ (Gurbet Çoban, B. No: 2019/38857, 17/11/2021)

 

Kanun Yollarına Başvuru Yapıldığının Bildirilmesi/İlgili Dilekçelerin Tebliği

Ceza davaları ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin davaların usul kuralları da dâhil olmak üzere yargılamanın tüm aşamalarında silahların eşitliği ilkesi ve çelişmeli yargılama ilkelerinin güvence altına alınarak adil yargılanma hakkının korunması hukuk devleti olmanın bir gereğidir. Asıl kural tarafların eşit şartlarda yargılamaya katılımının sağlanması, gösterdikleri kanıtlardan ve sundukları görüşlerden bilgi sahibi olması ve bunlarla ilgili görüşlerini bildirebilme imkânının kendilerine verilmesidir. Bireylerin aleyhlerine başlatılan dava ve diğer yargısal süreçlerden haberdar edilmeleri, bunlara ilişkin dilekçe ve talep yazılarının kendilerine tebliğ edilmesi karşı savunma yapabilme, iddia ve görüşlerini dile getirebilme imkânının korunması bakımından büyük önem taşımaktadır.

İlgili Kararlar

♦ (Gürhan Nerse, B. No: 2013/5957, 30/12/2014) 
♦ (Hacı Karabulut, B. No: 2017/14871, 9/10/2019)
♦ (Ali Bacacı, B. No: 2016/64727, 10/6/2020)

 

İdarenin Cevap Dilekçesinin ve Eklerinin Tebliğ Edilmemesi

Silahların eşitliği ilkesinin tamamlayıcısı olan çelişmeli yargılama ilkesi, kural olarak bir hukuk ya da ceza davasında tüm taraflara, gösterilen kanıtlar ve sunulan görüşler hakkında bilgi sahibi olma ve bunlarla ilgili görüş bildirebilme imkânı vermektedir.

Silahların eşitliği ilkesi davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir.

Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddiaları da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilecektir. Ancak, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamındaki görevi, somut olayın usul kurallarına uygunluğu denetlemek değil, adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerin somut olayda ihlal edilip edilmediğini denetlemektir.

Mahkemeye sunulan ve karara dayanak alındığı anlaşılan ve idareler tarafından sunulan bilgi ve belgelerin yargılamadaki tarafın başarı şansını zedeleyici nitelikte olması nedeniyle söz konusu bilgi ve belgelere ilişkin cevaplarını sunma imkânından yoksun bırakılması silahların eşitliği ilkesini ihlal eder.

İlgili Kararlar

♦ (Targan Tolga Yungul, B. No: 2013/1386, 16/4/2015)

 

Masumiyet Karinesi

 

Aksi İspat Edilemeyecek Karineye Dayanılarak Başka Bir Eylem ile Başvurucu Arasında Bağ Kurulması

Masumiyet karinesi kapsamında yer alan ve iddia edenin iddiasını ispatla yükümlü olması kuralı, Anayasa’nın 38. maddesinin gerekçesinde de açıkça ifade edilmiştir. Bununla birlikte genel anlamda suçun kanıtlanması yükümlülüğü iddia edende kaldığı sürece, savunmasını oluşturmak için ispat yükünü sanığa devreden kurallar ile hukuki veya fiilî varsayımların olduğu durumlarda ispat yükünün yer değiştirmesi masumiyet karinesine aykırılık taşımaz. Ancak suç isnadını içeren karinenin aksinin başvurucu tarafından yargılama sırasında ispat edilebilmesinin mümkün olması, hâkimin de bu yönde ileri sürülen iddiaları inceleyip kararını buna göre verebilmesi, bir başka ifadeyle karinelerin kişiyi otomatik olarak "suçlu" hâline getirmemesi gerekir. Karineler, masumiyet karinesini ihlal eder boyuta ulaşmamalı ve suç isnadı altındaki kişi savunma imkânlarından yararlandırılmalıdır.

Öte yandan idari yaptırımlarda -adli suç ve cezalara nazaran- masumiyet karinesinin ispata ilişkin standardının daha düşük olması söz konusu olabilir. Çünkü idare, -adli soruşturmalarda olduğu gibi- üstün kamusal yetkilere sahip değildir. Bu tür uyuşmazlıklarda çoğu zaman idare ile kişi arasında ispat imkânı bakımından önemli bir dezavantajın bulunmadığı söylenebilir. Ancak Anayasa Mahkemesi, bir uyuşmazlık hakkında derece mahkemelerince verilen kararları maddi vakıa ve hukuki yönden incelemekle görevli değildir. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamındaki görevi, yargılamanın usul kurallarına uygunluğunu denetlemek değil masumiyet karinesi kapsamındaki güvencelerin somut olayda ihlal edilip edilmediğini denetlemektir.

İlgili Kararlar

♦ (Fameka İnş. Plastik San ve Tic. Ltd. Şirketi, B. No: 2014/3905, 19/4/2017)
♦ (Mehmet Güzeloglu (2), B. No: 2014/12757, 7/6/2017)
♦ (Taner Koyuncu, B. No: 2015/11678, 24/5/2018)

 

Ceza Davası Devam Ederken Diğer Kamu Makamlarının Masumiyet Karinesini İhlali

Ceza muhakemesiyle eş zamanlı olarak yürütülen, bir başka ifadeyle kişinin henüz suç isnadı altında olduğu, ceza makamları tarafından hakkında herhangi bir hüküm kurulmadığı süreçte devam eden soruşturma ve yargılamalarda masumiyet karinesi bakımından önemli olan husus kamu makamlarının işlem ya da kararlarında belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları dil nedeniyle bireye cezai sorumluluk yüklememeleri, ceza mahkemeleri tarafından henüz suçlu bulunmamış bireyin masumiyeti üzerine gölge düşürülmesine sebebiyet vermemeleridir.

Bununla birlikte ceza yargılamasına konu maddi olay ve olguların diğer kamu makamlarınca (idari/adli) ayrıca değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonucunda ulaşılacak kanaate göre işlem/karar tesis edilmesi mümkündür. Bu bağlamda hukuk yargılamalarında ceza yargılamasında elde edilen bir delile dayanılması ya da kişi hakkında yapılan ceza yargılamasına bir olgu olarak atıf yapılmış olması tek başına masumiyet karinesinin sağladığı güvencelere aykırılık teşkil etmez. Ancak adli ve idari makamların kendi görev sınırlarını aşarak kişiyi suçlu ilan etmesi veya bu bağlamda birtakım çıkarımlarda bulunması masumiyet karinesinin ihlaline yol açabilir. Masumiyet karinesi kapsamındaki güvencelerin sağlanıp sağlanmadığının tespiti yapılırken ise kararın gerekçesinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir.

İlgili Kararlar

♦ (Yıldırım Güvenç, B. No: 2017/32945, 11/2/2021)

 

Makul Sürede Yargılanma Hakkı

 

Ceza Davasında Makul Sürenin Aşılması

Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir.

Ceza yargılamasının süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulandığı tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak ise suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır.

Ceza yargılamasının süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır.

İlgili Kararlar

♦ (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014)
♦ (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014)
♦ (Cevdet Genç, B. No: 2012/142, 9/1/2014)
♦ (Enver Adanç ve diğerleri, B. No: 2014/2989, 14/12/2016)
♦ (Recep Varol ve diğerleri, B. No: 2014/5985, 12/1/2017)
♦ (Eylem Baykuş ve diğerleri, B. No: 2018/26938, 28/11/2019)
♦ (İsmet İnanç ve diğerleri, B. No: 2020/25845, 31/12/2020)
♦ (Şeyhmus Kılıç ve diğerleri, B. No: 2018/25154, 29/6/2021)
♦ (Ali Karaman, B. No: 2021/42859, 4/7/2022)

 

Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkı

 

Hukuka Aykırı Elde Edilen Delillerin Hükme Esas Alınması

Ceza yargılamasında hukuka uygun yöntemlerle delil elde edilmesi, hukuk devletinin temel ilkelerinden sayılmaktadır. Bu kapsamda Anayasa'nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında da kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği açıkça hükme bağlanmıştır.

Bireysel başvuruya konu davadaki eylemlerin kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Dolayısıyla somut başvuruyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin rolü, derece mahkemelerince yapılan değerlendirmelerin ve varılan sonuçların hukuka uygunluğunu denetlemek değildir. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir.

Bununla birlikte kanuni bir temeli olmadan elde edildiği veya elde ediliş yöntemi bakımından hukuka aykırı olduğu ilk bakışta anlaşılabilen veya derece mahkemelerince hukuka aykırı olduğu tespit edilen delillerin yargılamada tek veya belirleyici delil olarak kullanılmasının hakkaniyete uygun yargılanma hakkı bakımından sorun oluşturabileceği dikkate alınmalıdır. Ceza muhakemesinde delillerin elde ediliş şekli ve mahkûmiyete dayanak alınma düzeyleri, yargılamanın bütününü hakkaniyete aykırı hâle getirebilir.

Bu yönüyle Anayasa Mahkemesinin görevi, belirli delil unsurlarının hukuka uygun şekilde elde edilip edilmediğini tespit etmek değildir. Anayasa Mahkemesinin görevi, hukuka aykırı olduğu ilk bakışta anlaşılabilen veya derece mahkemelerince hukuka aykırı olduğu tespit edilen delillerin yargılamada tek veya belirleyici delil olarak kullanılıp kullanılmadığını ve bu "hukuka aykırılığın" bir bütün olarak yargılamanın adil olup olmamasına etkisini incelemektir

Bu konuda değerlendirme yapılırken delillerin elde edildiği koşulların onların gerçekliği ve güvenilirliği üzerinde şüphe doğurup doğurmadığının da dikkate alınması gereklidir. Hakkaniyete uygun bir yargılama, delillerin gerçekliği ve güvenilirliği konusundaki kuşkuların giderilmesini ve delillerin güvenilirliğine ve gerçekliğine etkili bir şekilde itiraz etme fırsatının tanınmış olmasını zorunlu kılmaktadır.

Anayasa Mahkemesi; delillere yönelik hukuka aykırılık iddialarıyla ilgili olarak başvuruculara delillerin gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediğini, bu konuda silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin gözetilip gözetilmediğini, savunmanın menfaatlerinin korunması için onlara yeterli güvenceler sağlanıp sağlanmadığını incelemektedir.

Bununla birlikte işkence ve kötü muamele gibi yasak yöntemlerle elde edilen delillerin mahkûmiyet hükmüne varılırken kullanılması, adil yargılanma hakkını ihlal etmektedir. Zira işkence ve kötü muamele sonucunda elde edilen delillerin kabul edilebilirliğine karar verilmesi, mutlak surette yasaklanan işkence ve kötü muameleye yönelik bir tolerans olarak değerlendirilme ve bu noktada ilgili kamu görevlerinin bu yöntemlere başvurmalarını teşvik gibi sonuçlar doğurabilir.

İlgili Kararlar

♦ (Yaşar Yılmaz, B. No: 2013/6183, 19/11/2014) 
♦ (Metin Sarıgül, B. No: 2013/3287, 20/4/2016)
♦ (Delil İldan, B. No: 2014/2498, 12/7/2016)
♦ (Orhan Kılıç [GK], B. No: 2014/4704, 1/2/2018)
♦ (Binnaz Demirbaş ve Haydar Ceylan, B. No: 2014/13419, 7/3/2018)

 

Yargılamada Lehe Vekâlet Ücretine Hükmedilmemesi (Açık ve bariz takdir hatası)

Bir anayasal hakkın ihlali iddiasını içermeyen, yalnızca derece mahkemelerinin kararlarının yeniden incelenmesi talep edilen başvuruların açıkça dayanaktan yoksun ve Anayasa ve kanun tarafından Anayasa Mahkemesinin yetkisi kapsamı dışında bırakılan hususlara ilişkin olduğu açıktır. Bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Bunun istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının bariz takdir hatası ya da açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri takdirinde bariz bir takdir hatası veya açık keyfîlik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz.

Bu kapsamda, örnek olarak, davada haklı çıkan tarafın ve kendisini vekil ile temsil edildiği davayı kazanması neticesinde lehine vekâlet ücretine hükmedilmesinin gerekliliğine ilişkin yasal düzenleme ve Yargıtay içtihadına rağmen bunun ilgili mahkemece yerine getirilmemesi adil yargılanma hakkını ihlal eder.

İlgili Kararlar

♦ (Burak Günay, B. No: 2013/6217, 26/2/2015)
♦ (Burak Günay (2), B. No: 2013/6218, 10/6/2015)
♦ (Şeref Yıldız ve Burak Günay, B. No: 2013/6216, 6/1/2016) 

 

Anayasa Mahkemesi İhlal Kararının İcra Edilmemesi

Anayasa Mahkemesince bir temel hak ve özgürlüğün ihlal edildiğine karar verildikten sonra bu kararın gereğinin yerine getirilmesi, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruları karara bağlama yetki ve görevi verilmesinin zorunlu bir sonucudur. Anayasa Mahkemesi tarafından verilen bir ihlal kararının gereklerinin yerine getirilmemesi daha önce verilen ihlalin devam ettiği anlamına gelir.

Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar üzerine ilgili mahkemenin yasal yükümlülüğü, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir.

Ayrıca Anayasa Mahkemesince yargılamanın yenilenmesine hükmedilen hâllerde derece mahkemesinin yeniden yargılamaya karar vermesi için lehine ihlal kararı verilenin veya ilgili başka kişi veya kişilerin talepte bulunması gerekmemektedir. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesi kararı kendisine ulaşır ulaşmaz -ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak- taraflarca başvuru yapılmasını beklemeksizin yeniden yargılama yapmak yükümlülüğündedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin ihlal kararının gereği olarak yeniden yargılama yapılacak hâllerde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak bir kabule değerlik incelemesi aşaması da bulunmamaktadır.

Bu bağlamda derece mahkemelerinin öncelikle yapması gereken şey, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı gereğince yeniden yargılamaya başladığına dair karar almaktır. Esasen derece mahkemesinin yeniden yargılama yapılması yönünde karar almasıyla birlikte bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği Anayasa Mahkemesince tespit edilen önceki kararı kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Mahkeme sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür.

Bu çerçevede ihlal, yargılama sırasında gerçekleştirilen usule ilişkin bir ihmal, işlem veya başka bir eksiklikten kaynaklanıyorsa söz konusu hususun ihlale yol açmayacak şekilde giderilmesi/düzeltilmesi gerekmektedir. Ancak bu yükümlülük, derece mahkemelerinin bazı ihlal kararlarının gereklerini duruşma yapmaksızın -dosya üzerinden- önceki kararının aksi yönünde karar vererek veya kararında ihlal nedenini gideren birtakım değişiklikler yaparak yerine getiremeyeceği şeklinde anlaşılamaz. Anayasa Mahkemesinin kararında tespit edilen ihlallerin işin durumuna göre duruşma yapmaksızın giderilebileceği anlaşılırsa bu yöntemle de ihlalin sonuçları giderilebilir. Hangi yöntemle ihlalin sonuçlarının giderileceği belirlenirken ihlalin niteliği nazara alınarak bir değerlendirme yapılmalıdır.

İlgili Kararlar

♦ (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019)  (Müdafi yardımından yararlanma hakkı)
♦ (Ali Oğuz (2), B. No: 2019/2285, 15/3/2022)  (Müdafi yardımından yararlanma hakkı)
♦ (Cevdet Ayaz ve diğerleri (2), B. No: 2020/27919, 30/3/2022)  (Müdafi yardımından yararlanma hakkı)

 

AİHM Kararlarının Uygulanmaması

AİHM'in ihlal kararı verdiği durumlarda ilgili yargısal merciler, ihlal kararının niteliğini dikkate alarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde hareket etmek zorundadır.

Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme kapsamındaki herhangi birinin ihlal edildiği iddiasını incelemek, bireysel başvuru yoluyla incelemeye yetkili olan Anayasa Mahkemesinin görev alanına girer. Aksinin kabulü, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı içinde yer alan temel hak ve özgürlüklerin bireysel başvuru yolu ile etkili bir şekilde korunmasını öngören Anayasa'nın amacı ile bağdaşmaz. Bu sebeple AİHM tarafından verilen bir ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği Anayasa Mahkemesince incelenmelidir. Ancak Anayasa Mahkemesince yapılacak bu inceleme, olayların baştan itibaren yeniden değerlendirilmesi şeklinde değil AİHM tarafından verilen ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ile ilgili sınırlı bir inceleme olacaktır.

İlgili Kararlar

♦ (Abdullah Altun, B. No: 2014/2894, 17/7/2018)  (Bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkı)
♦ (Mehmet Ali Ayhan (2), B. No: 2016/7967, 22/7/2020)  (Müdafi yardımından yararlanma hakkı)
♦ (Cahit Tamur ve diğerleri, B. No: 2018/12010, 24/2/2021) (Müdafi yardımından yararlanma hakkı)
♦ (Ruşen Bayar, B. No: 2020/33709, 15/6/2022)  (Müdafi yardımından yararlanma hakkı)
♦ (Özgür Uyanık, B. No: 2020/9524, 15/6/2022)   (Müdafi yardımından yararlanma hakkı)
♦ (İnanç Yamaç, B. No: 2020/26067, 16/6/2022)  (Müdafi yardımından yararlanma hakkı)
♦ (İsa Kaya, B. No: 2020/13050, 16/6/2022)  (Müdafi yardımından yararlanma hakkı)

 

Bağımsız ve Tarafsız Mahkemede Yargılanma Hakkı

 

Görevli Olmayan Mahkemece Yargılanma/Kanuni Hâkim İlkesinin İhlali

Anayasa'nın 37. maddesinde düzenlenen kanuni hâkim güvencesi, Anayasa'nın 36. ve Sözleşme'nin 6. maddelerinde ifade edilen adil yargılanma hakkının en önemli ögesi olan "yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde yargılanma" hakkının temelini oluşturmaktadır. Kanuni hâkim güvencesi, mahkemelerin kuruluş ve yetkileri ile izleyecekleri yargılama usulünün yasayla düzenlemesini ve dava konusu olay ortaya çıkmadan önce belirlenmesini gerektirir. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesi kararlarında, kişinin hangi mahkemede yargılanacağını önceden ve kesin olarak bilmesini gerektiren, doğal hâkim ilkesini koruyan bir hüküm olarak ele alınmaktadır.

Örnek olarak barış zamanında asker kişilerin yargılanması kapsamında Anayasa Mahkemesi 2017 yılında askeri yargı mercilerinin kaldırılması öncesinde ihlal kararları vermiştir. Bu kararlarda özet olarak, askerî hâkim ve savcıların hangi mahkemelerde yargılanacağına dair oluşan hukuki belirsizlik karşısında Askerî Yargıtay -diğer yüksek mahkemelerin içtihatları dikkatine sunulmasına rağmen- meseleyi Uyuşmazlık Mahkemesi önüne taşıma konusunda harekete geçmemesi, dolayısıyla suç tarihinden sonra görevden ayrılmış (veya ilişiği kesilmiş) askerî hâkim ve savcılar yönünden hangi yargı kolunun görevli olduğuna ilişkin oluşan hukuki belirsizliğin giderilmesine yönelik gerekli özen gösterilmemesi kanunilik güvencesi ve adil yargılanma hakkı bakımından ihlal sayılmıştır.

İlgili Kararlar

♦ (Mehmet Çelik (2), B. No: 2015/889, 17/11/2016)
♦ (Ahmet Zeki Üçok (2), B. No: 2015/6777, 7/12/2016)

 

Birden Fazla Derecede Yargılamaya İştirak Eden Hâkim Kararının Tarafsızlığı

Anayasa’nın 36. maddesinde mahkemelerin tarafsızlığından açıkça bahsedilmemekle beraber Anayasa Mahkemesi içtihadı uyarınca tarafsız mahkemede yargılanma hakkı da adil yargılanma hakkının zımni bir unsurudur. Ayrıca mahkemelerin tarafsızlığı ve bağımsızlığının birbirini tamamlayan iki unsur olduğu dikkate alındığında -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- Anayasa’nın 138., 139. ve 140. maddelerinin de tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır.

Mahkemelerin kuruluşu ve yapılanmasıyla ilgili yasal ve idari düzenlemelerin nesnel olarak tarafsız olmadığı izlenimi vermemesi gerekir. Esasında kurumsal tarafsızlık, mahkemelerin bağımsızlığı ile bağlantılı bir konudur. Tarafsızlık için öncelikle bağımsızlık ön koşulu gerçekleşmeli ve ek olarak kurumsal yönden de taraf görüntüsü verecek bir yapılanma oluşmamalıdır. Bunun yanı sıra yargılama makamının tarafsızlığına ilişkin herhangi bir meşru kaygı veya korkuyu bertaraf edecek yeterli güvenceleri sunması da gerekmektedir.

Anayasa Mahkemesi içtihadında, adil yargılanma hakkına ilişkin güvencelerin kanun yolu aşamasında da sağlanması gerektiği belirtilmiştir. Buna göre kanun yollarına ilişkin usullerin ve kanun yollarındaki yargılamanın da adil yargılanma hakkına uygun olması gerekir.

Bu çerçevede ilke olarak gerek kanun yolu incelemesinin etkililiğinin sağlanması gerekse kanun yolu incelemesinin objektif tarafsızlık esaslarına uygun yapılmadığı izleniminin oluşmaması için ilk derecede kararı veren hâkimin dosyanın kanun yolu incelemesinde bulunmaması gerekir. Bununla birlikte bu hususa uyulmaması tek başına kanun yolu incelemesinin etkisiz ve tarafsız olduğu sonucuna götürmez. Her olayın kendi koşulları içinde değerlendirilmesi gerekir. Bu çerçevede tarafsızlığının bozulup bozulmadığını değerlendirmek için bu şekilde önceki aşamalarında görev alan hâkimlerin özellikle kurul hâlinde yargılama yapan mahkemelerdeki oy sayısı, bu üyelerin kararın verilmesindeki rolleri gibi diğer unsurları da dikkate almak gerekir.

İlgili Kararlar

♦ (Serkan Şeker, B. No: 2017/15118, 2/6/2020)

 

Duruşmada Hazır Bulunma Hakkı

 

Sanığın Delillerin Tartışıldığı Duruşmalara Etkili Katılımının Sağlanması (Videokonferans Bağlantısıyla Duruşma)

Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının duruşmada hazır bulunma hakkını da kapsadığının kabul edilmesi gerekir. Sanığın duruşmada hazır bulunması hem savunma hakkının etkin bir şekilde kullanılmasını sağlamakta hem de silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine işlerlik kazandırmaktadır. Ceza adaletinin hakkaniyete uygun şekilde gerçekleşebilmesi için sanığın mahkemenin huzuruna çıkarılması büyük önem arz etmektedir.

Duruşmada hazır bulunma hakkı, hakkaniyete uygun yargılanma hakkının özel bir görünümü olan savunma hakkıyla da sıkı bağlantılıdır. Ceza yargılamasında hakkaniyete uygun bir yargılamanın en önemli unsuru olan bizzat savunma hakkının sağlanabilmesi için sanığın duruşmada hazır bulunma olanağına sahip olması gerekir. Özellikle mahkemenin vereceği hükmü etkileyebilecek nitelikteki değerlendirmelerin veya başka esaslı işlemlerin yapıldığı kritik aşamalarda sanığın duruşmada hazır bulunması büyük önem taşımaktadır. Duruşmada hazır bulunma hakkı, kişinin kendi davasının duruşmasına bizzat veya müdafii ile birlikte katılması anlamına gelmektedir. Böylelikle olayı en iyi bilebilecek durumda olan sanık, delillerin tartışılmasını sağlayarak aleyhinde olan delilleri çürütme ve mahkemenin vereceği kararı etkileme imkânı bulacak ve böylelikle savunmasının doğruluğunu ispatlayabilecektir.

Duruşmada hazır bulunma hakkı tanık sorgulama veya sorgulatma ve tercüman yardımından yararlanma haklarıyla da yakından bağlantılıdır. Duruşmada hazır bulunmayan sanığın anılan haklarını etkili şekilde kullanması zordur. Duruşmada hazır bulunma hakkı, anılan hakların kullanılmasını gerektiren durumlarda sanığa savunmasını planlayarak mahkeme önünde en uygun ve etkili şekilde yapabilme, tanıklara soru sormak suretiyle onların beyanlarının zayıf/itibar edilemez noktalarını ortaya koyabilme ve böylece yargılamanın sonucunu etkileyebilme imkânı vermektedir. Dolayısıyla -görüntü ve ses kalitesi yüksek olan araçlardan yararlanılsa bile- uzaktaki sanığın ses ve görüntüsünün duruşma salonuna aktarılmasının sağladığı menfaat ile onun duruşma salonunda fiziksel olarak yer almasının sağladığı menfaat aynı değildir. Bunun için anılan hak sadece istisnai hâllerde sınırlandırılabilir.

Türk hukuk uygulamasında yakın dönemde gerçekleştirilen en önemli projelerden biri olan Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sisteminin (UYAP) ve bunun bir parçası olan SEGBİS'in adil yargılanma hakkı bağlamında sağladığı yararlar ve bu sistemlerin geliştirilerek uygulanmaya devam edilmesinin önemi inkâr edilemez. Bununla birlikte kişinin duruşmada bizzat hazır bulunma hakkına belirli ölçüde sınırlama getiren bir uygulama olan SEGBİS vasıtasıyla duruşmaya katılımının sağlanmaya çalışılmasının kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

SEGBİS'in suç isnadına ilişkin uyuşmazlıklar ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıklarda uygulanması kategorik olarak Anayasa'ya aykırı bir durum değildir. Ancak kişinin duruşmada bizzat hazır bulunma hakkına belirli ölçüde sınırlama getiren bir uygulama olan SEGBİS vasıtasıyla duruşmaya katılımının neden gerekli olduğu derece mahkemelerince gösterilmelidir. Bu gerekliliğin ortaya konulması bağlamında, kişilerin duruşmada bizzat hazır bulunmayı talep etmelerine rağmen SEGBİS yoluyla katılımlarının neden yeterli görüldüğünün ve duruşmada bizzat hazır bulunmayı imkânsız hâle getiren veya büyük ölçüde zorlaştıran koşulların neler olduğunun ifade edilmesi gerekir. Bu çerçevede talepte bulunan kişilerin duruşmada bizzat hazır bulunmasına imkân sağlayan alternatif tedbirlerin uygulanabilirliğinin hatırda tutulması önemlidir. Duruşmada bizzat hazır bulunmanın önemine istinaden kanun koyucu da 5271 sayılı Kanun'un uygulandığı durumlarda hâkim veya mahkemenin ancak zorunlu gördüğü durumlarda görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle duruşmalara katılıma karar verilebileceğini düzenlemiştir.

Müdahalenin gerekli olduğunun ortaya konulduğu hâllerde ise sanığın duruşmada hazır bulunmamasının yargılamanın adilliğine bir bütün hâlinde zarar verip vermediği ölçülülük ilkesinin diğer bir unsuru olan orantılılık açısından gözönüne alınmalıdır. Bu kapsamda duruşmada bizzat hazır bulundurulmayan tarafın diğer tarafça ileri sürülen görüşler ve kanıtlar hakkında bilgi sahibi olup olamadığı veya bunlara yorum yapıp yapamadığı, dezavantajlı duruma düşürülmeksizin davaya etkili katılımının sağlanmasında makul bir fırsata sahip olup olmadığı hususları detaylı bir incelemeye tabi tutulmalıdır. Orantılılık açısından yapılacak değerlendirmede, yokluğunda gerçekleştirilen işlemin sanığın duruşmada fiziken hazır bulunmasını gerektiren (esaslı) nitelikte bir işlem olup olmadığına da bakılmalıdır.

İlgili Kararlar

 (Şehrivan Çoban [GK], B. No: 2017/22672, 6/2/2020)
 (Ferhat Çatuk, B. No: 2017/25628, 16/9/2020)
 (Hüseyin Barsak, B. No: 2017/23924, 14/10/2020)
 (Ramazan Yıldırım, B. No: 2017/21960, 3/11/2020)
 (Hüsnü Aşkan (2), B. No: 2017/18969, 13/1/2021)
 (Sevil Karaaslan, B. No: 2018/24006, 15/9/2021)
 (Deniz Şah, B. No: 2019/15069, 3/2/2022)
 (Gazi Tekdemir, B. No: 2020/13836, 14/4/2022)
 (Feyyaz Ketenoğlu, B. No: 2019/14764, 4/7/2022)

 

Savunma İçin Gerekli Zaman ve Kolaylıklara Sahip Olma Hakkı

 

Savunma İçin Gerekli Kolaylıkların Tanınması

Ceza yargılamasında savunma hakkının güvence altına alınması, demokratik toplumun temel ilkelerindendir. İddiaya karşı savunma imkânı tanınmadığı sürece adil muhakeme yapılması mümkün değildir. Savunma hakkı tanınmadan kişilerin cezalandırılması, Anayasa'nın 38. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesine de uygun değildir.

Suç isnadı altındaki kişiye savunma hakkının şeklen değil gerçek anlamda sağlanması gerekir. Bunun için suç isnadı altındaki kişi, savunma için yeterli imkâna yani gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmalıdır.

Verilen sürenin ve sağlanan kolaylıkların Anayasa'nın 36. maddesi açısından yeterli/gerekli olup olmadığının değerlendirilmesinde yargılamanın bütünlüğü içinde somut davanın kendine özgü koşulları dikkate alınmalıdır.

 "Gerekli zaman" yargılanan kişinin, hakkındaki iddiaları öğrendikten sonra savunma için zorunlu hazırlıkları yapabileceği süreyi ifade etmektedir. Sürenin yeterli olup olmadığı, yargılama faaliyetinin bütünü gözönüne alınarak değerlendirilmelidir. Savunma için "gerekli kolaylık" kavramı ise şüpheliye/sanığa savunma için yardımcı olacak veya olabilecek zorunlu olan imkânları ifade etmekte ve "silahların eşitliği"ni sağlamayı amaçlamaktadır.

İlgili Kararlar

♦ (Yıldıray Özbey ve diğerleri, B. No: 2014/18932, 8/9/2015)  
♦ (Ufuk Rifat Çobanoğlu, B. No: 2014/6971, 1/2/2017)
♦ (Ayşe Eşlik, B. No: 2014/15969, 21/6/2017)  
♦(İbrahim Kaya, B. No: 2017/29474, 28/1/2020) 
♦ (Batuhan Şengül, B. No: 2017/29295, 21/7/2020)  
♦ (M.D., B. No: 2018/33546, 28/1/2021) 
♦ (Cengiz Mutlu, B. No: 2018/35088, 28/1/2021) 
♦(Fethi Oğuz, B. No: 2019/38141, 14/9/2021)  
♦ (Abdulğafur Akcan, B. No: 2021/1730, 4/7/2022) 
♦ (Özgür Şakir Beller, B. No: 2019/22043, 15/6/2022) 

 

Sanığın Savunması Alınmadan Hakkında Mahkûmiyet Kararı Verilmesi

Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca herkes iddia, savunma ve adil yargılanma hakkına sahiptir. Anayasa'nın anılan maddesinde adil yargılanma hakkından ayrı olarak iddia ve savunma hakkına birlikte yer verilmesi, taraflara iddia ve savunmalarını mahkeme önünde dile getirme fırsatı tanınması gerektiği anlamını da içermektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (b) bendinde, bir suç ile itham edilen herkesin savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkı düzenlenmiştir.

Savunma için gerekli kolaylık kavramı şüpheliye/sanığa savunma için yardımcı olacak veya olabilecek zorunlu olan imkânları ifade etmekte ve silahların eşitliğini sağlamayı amaçlamaktadır. Suç isnadı altındaki kişiye sağlanması zorunlu kolaylıklar, savunma için gerekli olanlardır. Kişinin beraat etmesini veya cezasının azaltılmasını sağlayabilecek delil niteliğindeki belgelere erişimine ve müdafiiyle görüşmesine izin verilmesi, gerekçeli kararın tebliğ edilmesi ve yargılama esnasında esaslı değişikliklerden haberdar edilmesi sağlanacak kolaylıklardır.

Bu çerçevede savunma hakkına ilişkin kolaylıklar (iddianamenin tebliği, hakkındaki suçlamalardan ve duruşma gününden haberdar edilme vb.) sağlanmasına rağmen başvurucuların yargılamanın hiçbir aşamasında savunmaları alınmadan haklarında mahkûmiyet kararı verilmesi adil yargılanma hakkını ihlal edici niteliktedir.

İlgili Kararlar

♦ (Murat Tezel, B. No: 2017/20307, 13/10/2020)

 

Suçlamayı (İsnadı) Öğrenme Hakkı

 

Sanığın Suçlamadan Haberdar Edilmemesi

İsnat, sanığın savunma yapabilmesi için bildirilmektedir. Bunun için bildirimde, sanığın hangi fiil ile suçlandığının ve hangi suçu işlediğinin açıklanması gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle sanık, isnadın sebebinden ve niteliğinden haberdar edilmelidir. Sanığın hangi fiili nerede ve ne zaman işlediği (yüklenen suçu oluşturan olay/olaylar) isnadın sebebini oluşturur. Bunların soyut olarak değil sanığın savunma hazırlayabilmesine yeterli düzeyde ve ayrıntılı olarak açıklanması gerekir. Böylelikle sanık, davaya konu fiili nerede ve ne zaman işlemekle suçlandığını bileceğinden savunmasını buna göre yapabilecektir. Fiilin hukuki yönden vasıflandırılması ise isnadın niteliğidir. Suçlamanın niteliği hakkındaki bilgi de savunma yapmaya yeterli düzeyde olmalı ve bildirimde sanığın işlemekle suçlandığı fiilin hangi normu ihlal ettiği belirtilmelidir. Yargılama sırasında fiilin hukuki niteliğinin değişmesi durumunda da sanık bu değişiklikten haberdar edilmelidir.

İsnadı öğrenme hakkı, savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkı ile ilişkilidir. Sanığa veya müdafiine -savunma için gerekli hazırlıkları yapmaları amacıyla- isnadın bildirilmesiyle (iddianamenin tebliğiyle) duruşma günü arasında yeterli bir sürenin verilmesi gerekir. Aynı şekilde suçun hukuki niteliğinin değişmesi hâlinde de savunmanın yeniden hazırlanması için gerekli zaman ve kolaylıklar sağlanmalıdır.

Ceza kovuşturmasında kişiye resmen suç isnadının yapıldığı belge iddianamedir. İddianamenin, sanığın savunmasını hazırlayabilmesine imkân vermek için isnat edilen suç fiillerinin yerini ve zamanını göstermesi, bu fiillerin hukuki nitelendirmesini yaparak ceza kanununda bunların karşılığı olan suç ve cezaları göstermesi gerekir. Ceza yargılamasında esaslı bir yeri olan iddianamenin tebliğ edilmesiyle, sanığın, yazılı bir biçimde suçlamaların maddi ve hukuki temelinden resmi olarak haberdar olduğu kabul edilmektedir. Öte yandan yargılama sırasında suçun hukuki niteliğinin değişmesi halinde de sanığa yöneltilen suçlamanın değişen hukuki niteliği ve nedenleri hakkında bildirim yapılması gerekmektedir.

İlgili Kararlar

♦ (Sebahat Tuncel (2), B. No: 2014/1440, 26/2/2015)
♦ (Salih Öz, B. No: 2015/13327, 17/7/2018)

 

Suç ve Cezaların Kanuniliği İlkesi

 

Yürütme Organının Sınırları Kanunla Belirlenmiş Bir Yetkiye Dayanmaksızın, Düzenleyici İşlemleri ile Suç ve Ceza İhdas Etmesi

Kamu otoritesinin ve bunun bir sonucu olan ceza verme yetkisinin keyfi ve hukuk dışı amaçlarla kullanılmasının önlenebilmesi, kanunilik ilkesinin katı bir şekilde uygulanmasıyla mümkün olabilir. Bu doğrultuda, kamu otoritesini temsil eden yasama, yürütme ve yargı erklerinin, bu ilkeye saygılı hareket etmeleri; suç ve cezalara ilişkin kanuni düzenlemelerin sınırlarının, yasama organı tarafından belirgin bir şekilde çizilmesi, yürütme organının sınırları kanunla belirlenmiş bir yetkiye dayanmaksızın, düzenleyici işlemleri ile suç ve ceza ihdas etmemesi, ceza hukukunu uygulamakla görevli yargı organın da kanunlarda belirlenen suç ve cezaların kapsamını yorum yoluyla genişletmemesi gerekir.

Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. Bu bakımdan kanunun metni, bireylerin gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla kanunun uygulanması öncesinde muhtemel etki ve sonuçlarının yeterli derecede öngörülebilir olması gereklidir. Belirlilik ilkesi hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, belirli bir kesinlik içinde hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp davranışlarını düzenleyebilir.

Hukukun üstünlüğünün temel birleşenlerinden biri olan suç ve cezaların kanuniliği ilkesi, amaçları ve ulaşmak istenilen hedefleri de gözetilerek keyfî kovuşturma, mahkûmiyet ve cezalandırmaya karşı etkili güvenceleri temin edecek şekilde yorumlanmalı ve uygulanmalıdır. Aynı zamanda kanuniliğin bir sonucu olarak suç olarak kabul edilmeyen bir eylemin “kıyas” yolu ile kişilerin aleyhine genişletilerek yorumlanması da ilkeye aykırılık oluşturacaktır.

İlgili Kararlar

♦ (Karlis A.Ş., B. No: 2013/849, 15/4/2014)
♦ (Cem Burak Karataş [GK], B. No: 2014/19152, 18/10/2017)
♦ (Gülay Yurt, B. No: 2017/35546, 30/6/2020)
♦ (Kadriye Çağlar Yılmaz, B. No: 2017/22304, 1/7/2020)
♦ (Sadık Türk ve Mehmet Şerif Özdemir, B. No: 2018/21459, 28/12/2021)
♦ (Yunus Özgür, B. No: 2019/12659, 19/1/2022)
♦ (Reşat Nuri Eroğlu, B. No: 2018/687, 8/6/2021)
♦ (Simge Yardım Dağ ve diğerleri, B. No: 2018/402, 30/6/2021)
♦ (Ayhan Mengüş, B. No: 2018/412, 29/6/2021)
♦ (Tezcan Acu, B. No: 2019/37825, 19/1/2022)  
♦ (Mehmet Avcı, B. No: 2019/12955, 2/3/2022)
♦ (Ataberk Mest, B. No: 2019/16868, 10/5/2022)  
♦ (Fırat Can Kara, B. No: 2019/13361, 11/5/2022)

 

Kanunda Bulunmayan Bir Suçtan Ceza Verilmesi

Anayasa’nın 38. maddesinde yer alan suçta ve cezada kanunilik ilkesi uyarınca hangi eylemlerin yasaklandığının ve bu yasak eylemlere verilecek cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanunda gösterilmesi, kuralın açık, anlaşılır ve sınırlarının belli olması gerekmektedir. Suçlar kadar katı değerlendirilmemekle birlikte bu ilke ana hatlarıyla kabahatler için de geçerli kabul edilmektedir. Kişilerin yasak eylemleri önceden bilmeleri gerektiği düşüncesine dayanan bu ilkeyle temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması amaçlanmaktadır. Kamu otoritesinin ve bunun bir sonucu olan ceza verme yetkisinin keyfî ve hukuk dışı amaçlarla kullanılmasının önlenebilmesi kanunilik ilkesinin katı bir şekilde uygulanmasıyla mümkün olabilir. Bu doğrultuda kamu otoritesini temsil eden yasama, yürütme ve yargı erklerinin bu ilkeye saygılı hareket etmeleri, suç ve cezalara ilişkin kanuni düzenlemelerin sınırlarının yasama organı tarafından belirgin bir şekilde çizilmesi, yürütme organının sınırları kanunla belirlenmiş bir yetkiye dayanmaksızın düzenleyici işlemleri ile suç ve ceza ihdas etmemesi, ceza hukukunu uygulamakla görevli yargı organının da kanunlarda belirlenen suç ve cezaların kapsamını yorum yoluyla genişletmemesi gerekir.

İlgili Kararlar

♦ (Mehmet Güzeloglu, B. No: 2014/3134, 7/5/2015)
♦ (Cem Burak Karataş [GK], B. No: 2014/19152, 18/10/2017)
♦ (Murat Ünal, B. No: 2015/226, 12/12/2018)
♦ (Gülay Yurt, B. No: 2017/35546, 30/6/2020)
♦ (Kadriye Çağlar Yılmaz, B. No: 2017/22304, 1/7/2020)
♦ (Reşat Nuri Eroğlu, B. No: 2018/687, 8/6/2021)
♦ (Ayhan Mengüş, B. No: 2018/412, 29/6/2021)
♦ (Simge Yardım Dağ ve diğerleri, B. No: 2018/402, 30/6/2021)
♦ (Sadık Türk ve Mehmet Şerif Özdemir, B. No: 2018/21459, 28/12/2021)
♦ (Yunus Özgür, B. No: 2019/12659, 19/1/2022)
♦ (Tezcan Acu, B. No: 2019/37825, 19/1/2022)
♦ (Mehmet Avcı, B. No: 2019/12955, 2/3/2022)
♦ (Ataberk Mest, B. No: 2019/16868, 10/5/2022)
♦ (Fırat Can Kara, B. No: 2019/13361, 11/5/2022)

 

Yürürlükte Olmayan Kanun Hükmüne Dayanarak Ceza Verme

Anayasa’nın temel hak ve özgürlüklerle ilgili bölümlerinde kanunla düzenleme ilkesine pek çok maddede ayrı ayrı yer verildiği gibi 13. maddede ifade edilen temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin genel ilkelerde de sınırlamaların “ancak kanunla” yapılabileceği kurala bağlanmıştır. Anayasa’nın suç ve cezaları düzenleyen 38. maddesinde de “suçların ve cezaların kanuniliği ilkesi” özel olarak güvence altına alınmıştır.

Suçta ve cezada kanunilik ilkesi, hukuk devletinin kurucu unsurlarındandır. Kanunilik ilkesi, genel olarak bütün hak ve özgürlüklerin düzenlenmesinde temel bir güvence oluşturmanın yanı sıra, suç ve cezaların belirlenmesi bakımından özel bir anlam ve öneme sahip olup bu kapsamda kişilerin kanunen yasaklanmamış veya yaptırıma bağlanmamış fiillerden dolayı keyfî bir şekilde suçlanmaları ve cezalandırılmaları önlenmekte, buna ek olarak suçlanan kişinin lehine olan düzenlemelerin geriye etkili olarak uygulanması sağlanmaktadır.

Bu çerçevede yürürlükte olmayan bir kanun hükmüne dayanarak kişiye bir suçun karşılığı olarak ceza tayin edilmesi veya kişini kabahatinin sonucu olarak idari yaptırım uygulanması suçların ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal eder.

İlgili Kararlar

♦ (Fikriye Aytin ve diğerleri, B. No: 2013/6154, 11/12/2014)
♦ (Samet Öztürk, B. No: 2014/20188, 6/12/2017)
♦ (Bereket Emeklilik ve Hayat A.Ş., B. No: 2015/3116, 27/6/2018)
♦ (Seyfullah Can Yıldız, B. No: 2015/2128, 7/2/2019)

 

Yargı Kararında Lehe Kanun Hükümlerinin Dikkate Alınmaması

Lehe olan düzenlemelerin geriye etkili olarak uygulanması kuralı 5237 sayılı Kanun'un 7. maddesinin (2) numaralı fıkrasında “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” şeklinde de ifade edilmiştir. Bu ilkeye göre sonradan yürürlüğe giren yasanın bir fiili suç olmaktan çıkarması, suçun unsurlarında veya diğer cezalandırılabilme şartlarında, bu suçtan dolayı mahkûmiyetin yasal neticelerinde ceza ve hatta güvenlik tedbirlerinde değişiklik yapması ve bu değişikliğin failin lehine sonuç vermesi durumunda yürürlüğe girdiği tarihten önce işlenen suçlar hakkında da uygulanması gerekecektir. Bu değişiklik, kesinleşmiş ancak infazı henüz tamamlanmamış hükümler ile infazı tamamlanmış hükümler bakımından da söz konusudur.

Ayrıca 5326 sayılı Kanun’un 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre 5237 sayılı Kanun’un zaman bakımından uygulamaya ilişkin hükümleri kabahatler açısından da uygulanacak ancak kabahatler karşılığında öngörülen idari yaptırımlara ilişkin kararların yerine getirilmesi bakımından derhâl uygulama kuralı geçerlidir. Dolayısıyla kabahat fiilinin unsurlarına veya yaptırımına yönelik lehe kanun değişikliklerinde, Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen "kanunilik ilkesi"nin sonuçlarından biri olarak 5237 sayılı Kanun’un 7. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan "lehe kanunun geriye yürümesi" kuralının uygulanması gerekmektedir.

İlgili Kararlar

♦ (Şahin İnşaat Taşımacılık Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti., B. No: 2015/15723, 19/4/2018)

 

Müdafi Yardımından Yararlanma Hakkı

 

Gözaltında Müdafi Yardımından Yararlanamama

Müdafi yardımından yararlanma hakkının ilke olarak şüphelinin kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren sağlanması gerekir. Şüpheliye, kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması, kendisini suçlamama ve susma hakları yanında genel olarak da adil yargılanma hakkının etkili bir koruma işlevine sahip olması bakımından gereklidir. Çünkü bu aşamada elde edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle geldiğinden şüpheliler, ceza yargılamasının bu evresinde kendilerini savunmasız bir durumda bulabilir. Belirtilen savunmasızlık hâli, ancak bir müdafinin hukuki yardımı ile gereği gibi telafi edilebilir.

Müdafi yardımından yararlanma hakkı mutlak değildir. Bu hakkın istisnai hâllerde sınırlandırılması mümkündür. Zorunlu sebeplerin ortaya çıkması hâlinde bu hak kısıtlanabilir. Avukat erişiminin sağlanmamasına istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile böylesi bir kısıtlama şüphelinin/sanığın adil yargılanma bağlamında güvence altına alınan haklarına zarar vermemelidir. Müdafi yardımından yararlanma hakkı bakımından önemli olan, yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında şüphelinin/sanığın müdafi yardımından etkili bir biçimde yararlanmış olmasıdır. Ancak avukata erişim yönünden getirilen kısıtlama yargılamanın sonraki aşamalarında telafi edilmiş ise savunma hakkı ihlal edilmiş sayılmaz.

Gözaltında avukata erişim imkânı sağlanmamasının mevzuata dayalı yerleşik bir uygulamadan kaynaklanması ve bu sırada elde edilen ifadelerin mahkûmiyet kararına esas alınması müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlali sonucunu doğurur. Hâkim veya mahkeme önünde doğrulanmayan, müdafi yardımı sağlanmadan alınan kolluk beyanlarının mahkûmiyete esas alınmaması gerekir. 

İlgili Kararlar

♦ (Sami Özbil, B. No: 2012/543, 15/10/2014)
♦ (Abdulselam Tutal ve diğerleri [GK], B. No: 2013/2319, 8/4/2015)
♦ (Burhanettin Yalçın, B. No: 2013/2578, 8/9/2015)  
♦ (Burak Çileli, B. No: 2013/2541, 9/9/2015)  
♦ (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1138, 27/10/2015)  
♦ (Metin Sarıgül, B. No: 2013/3287, 20/4/2016)  
♦ (Suna Ökmen ve Dursun Bütüner, B. No: 2013/717, 20/4/2016)
♦ (Bülent Şakar, B. No: 2014/1517, 30/6/2016)  
♦ (Veli Özdemir, B. No: 2014/785, 27/10/2016)
♦ (Aynur Avyüzen, B. No: 2014/784, 27/10/2016)  
♦ (Yusuf Karakuş ve diğerleri, B. No: 2014/12002, 8/12/2016)  
♦ (Ali Oğuz, B. No: 2014/15506, 12/6/2018)  
♦ (Yüksel Yiğitdoğan, B. No: 2015/12755, 12/6/2018)  
♦ (Erol Kaplan ve diğerleri, B. No: 2014/14284, 27/6/2018)  
♦ (Behzet Çakar ve diğerleri, B. No: 2014/16277, 13/9/2018)  
♦ (Cevdet Ayaz ve diğerleri, B. No: 2016/13689, 19/11/2019)
♦ (Mehmet Ali Ayhan (2), B. No: 2016/7967, 22/7/2020)
♦ (Cahit Tamur ve diğerleri, B. No: 2018/12010, 24/2/2021)

 

Zorunlu Müdafinin Bildirilmemesi Dolayısıyla Savunma Hakkından Mahrum Bırakılma

Müdafi ile temsil edilme hakkının bir gereği olarak 5271 sayılı Kanun’un 150. maddesinde, hakkında suç isnadı bulunan bir kimsenin kendisi bir müdafi seçebileceği gibi müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan eder ve kendisine bir müdafi atanmasını talep ederse mali imkânlardan yoksun olup olmadığına bakılmaksızın bu kişiye müdafi atanacağı kuralı kabul edilmiştir. Yine aynı maddeye göre sanığa isnat edilen suçun kanunda öngörülen cezasının alt sınırının beş yıldan çok olması ve kendisine bir müdafi seçmemiş olması hâlinde sanığın istemi aranmaksızın resen bir müdafi tayin edilmektedir. Ayrıca 5271 sayılı Kanun’un 151. maddesine göre görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim veya mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapmak zorundadır. Diğer yandan yetkili adli makamlar, görevlendirilen müdafinin etkin bir hukuki yardımda bulunmadığını (görevini gerektiği gibi yerine getirmekten kaçındığını) tespit ettiklerinde -özen yükümlülükleri gereği- gerekli müdahalelerde bulunmalıdır.

Yargıtay, sanığa zorunlu bir müdafi atandığından haberdar edilmiş olması şartıyla tayin edilmiş zorunlu müdafiye yapılan tefhim ve tebliğin, aynen vekâletnameli müdafide olduğu gibi hukuki sonuçlarını doğurduğuna karar vermiştir. Yargıtaya göre sanığın zorunlu müdafi azletme ve değiştirilmesini isteme hakkı bulunmaktadır ve kendisine zorunlu müdafii atandığından haberdar olan sanık buna ses çıkarmazsa zorunlu müdafinin yapmış olduğu ve kendisinin açıkça karşı çıkmadığı tüm tasarrufların sonuçlarına katlanmak zorundadır. Sanığın kendisine zorunlu müdafi atandığından haberdar edilmediği durumlarda ise zorunlu müdafiye yapılmış bulunan tefhim ve tebliğ kendisine bağlanan hukuki sonuçları doğurmaz.

İlgili Kararlar

♦ (Gürhan Nerse, B. No: 2013/5957, 30/12/2014)
 (Ali Adaçay, B. No: 2014/13081, 22/3/2018)

 

Tanık Dinletme ve Sorgulama Hakkı

 

Mahkûmiyette Tek veya Belirleyici Delilinin Sorgulanamayan Tanık Beyanı Olması

Tanık, yargılamaya konu olay ile ilgili karar vermeye yetkili mahkemenin kullandığı müşahhas ispat vasıtalardandır. Tanık beyanı ise taraflardan olmayan ancak olayın tanığı olmuş bir kişinin söz konusu olay hakkında edindiği bilgileri sübut konusunda karar verecek olan mahkeme ya da bu mahkeme yerine duruşma yaparak tanık dinlemeye yetkili kılınmış bir mahkeme veya hâkim huzurunda tanıklık ederken yaptığı sözlü açıklamalardır.

Kovuşturma sırasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için, kural olarak, bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulmaları gerekir. Bu kuralın istisnaları olmakla birlikte, eğer bir mahkûmiyet sadece veya belirli ölçüde, sanığın soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise, sanığın hakları adil yargılanma hakkı güvenceleriyle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olur.

Anayasa Mahkemesi tanık sorgulama hakkıyla ilgili olarak verdiği kararlarında somut bir yargılama öncesinde veya haricinde elde edilen tanık beyanlarının delil olarak kabulünün yargılamanın adilliğine zarar verip vermediğini değerlendirmek için üç aşamalı bir test uygulanması gerektiğini ifade etmektedir. Buna göre ilk olarak tanığın mahkemede hazır edilmemesi geçerli bir nedenin mevcudiyetine dayanmalıdır. İkinci olarak sanığın sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı tanık tarafından verilen beyanın mahkûmiyetin dayandığı tek veya belirleyici delil olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Sorgulama veya sorgulatma imkânı tanınmayan tanığın beyanının tek veya belirleyici delil olduğunun tespit edilmesi durumunda ise üçüncü aşama olarak savunma tarafının maruz kaldığı bu olumsuzluğun telafi edilmesi amacıyla yeterli düzeyde karşı dengeleyici güvenceler sağlayan bir usulün yürütülüp yürütülmediği ortaya konulmalıdır. Bu kapsamda, hükme ulaşılırken sorgulanmamış tanık beyanını destekleyen başka doğrulayıcı delillere dayanılması telafi edici güvencelerden biri olarak kabul edilebilir. Sorgulanmayan tanığın beyanının güvenilirliğinin ve doğruluğunun saptanması amacıyla savunma tarafına sağlanabilecek bir diğer telafi edici güvence, sanığa olayın kendi versiyonunu anlatma ve delillerini sunma imkânının tanınmasıdır.

İlgili Kararlar

♦ (Ali Rıza Telek, B. No: 2013/2630, 30/12/2014)
♦ (Mesut Çeki, B. No: 2013/6944, 24/3/2016)  
♦ (Cezair Akgül, B. No: 2014/10634, 26/10/2016)  
♦ (Şevki Tanıl, B. No: 2016/13402, 12/9/2018)  
♦ (Onur Urbay, B. No: 2014/6222, 6/3/2019)  
♦ (Hasan Ballı, B. No: 2017/21825, 2/6/2020)
♦ (H.T., B. No: 2017/32857, 17/6/2020)
♦ (Zekeriya Sevim, B. No: 2018/18989, 16/6/2021)
♦ (Orhan Güleryüz, B. No: 2019/30221, 28/12/2021) 
♦ (Uğur Özcan, B. No: 2021/12137, 26/7/2022)  
♦ (Y.P., B. No: 2019/21277, 22/11/2022, § …) 

 

Mahkûmiyette Tek veya Belirleyici Delilinin Sorgulanamayan Tanık Beyanı Olması (Gizli Tanıklık)

Anayasa Mahkemesine göre, Anayasa’nın 36. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi gereği sanığın, aleyhinde olan tanıkları aleni duruşmada çelişmeli bir biçimde sorgulama hakkı bulunmaktadır. Kovuşturma sırasında tanık delili de dâhil olmak üzere bütün kanıtların tartışılabilmesi için kural olarak, bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulması gerekir.

Ancak, bazı olaylarda tanığın kimliğinin sanıklar tarafından bilinmesi, tanık veya yakınları için tehlike doğurabilir; tanıklık yapacakların beyanlarından ötürü kendilerine zarar verilmesinden korkmaları için haklı sebepleri bulunabilir. Bu kişilerin yaşamları, özgürlük ve güvenlikleri gibi birçok menfaatleri tehlikeye girebilir. Bu bakımdan kamu görevini yerine getirerek verdiği bilgilerden dolayı tanığın, kendisinin veya tanıklığı nedeniyle yakınlarının ya da mallarının korunmasını isteme hakkı bulunmaktadır.

Örgütlü suçlarla mücadele için, ceza muhakemesinde tanığın kimliğinin gizli tutulması mümkündür. Ancak, mahkûmiyet kararı yalnızca kimliği açıklanmayan tanığın ifadesine dayandırılamayacağı gibi bu ifade mahkûmiyetin belirleyici delili konumuna da yükseltilemez. Gizli tanık beyanlarına ancak savunma için, tanığın ve ifadesinin inanılırlığını ve güvenilirliğini sorgulama fırsatını teminat altına alan telafi edici önlemlerin sağlanması, savunma hakkı kısıtlamalarının asgari düzeyde tutulmuş olması ve bu kısıtlamaların tanığın korunmasını sağlamak için gerekli olması koşullarında başvurulmalıdır. Diğer bir ifadeyle, sanığın çıkarlarının ona karşı ifade veren tanığın çıkarlarıyla dengelenmesi gerekir. Çünkü bu hallerde savunma, kimliği gizlenen kişinin, önyargılı, düşmanlıkla hareket eden veya güvenilmez biri olup olmadığını sınama veya söyleyeceklerinin inanırlığını sorgulama imkânından yoksun kalabilir.

Bu durumda tanığın kimliğini gizlemek için makul gerekçelerin olup olmadığının ve gizli tanık ifadesinin, verilecek hükmün tek veya belirleyici temel dayanağı olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Hükmün büyük ölçüde veya yalnızca gizli tanığın ifadesine dayanması durumunda, yargılama detaylı incelemelere tabi tutulmalıdır. Eğer sanık veya müdafii tarafından güvenilirliğinin ve doğruluğunun saptanması amacıyla sorgulanmamış tanık delili, mahkeme kararının dayandığı esas veya belirleyici delil ise ve savunma tarafına dengeleyici güvenceler sağlayan bir usul öngörülmemiş ise adil yargılanma hakkının ihlali söz konusu olabilecektir.

İlgili Kararlar

♦ (Baran Karadağ, B. No: 2014/12906, 7/5/2015)
♦ (Serdar Batur, B. No: 2014/15652, 24/5/2018)  
♦ (Önder Sığırcıkoğlu (2), B. No: 2014/13176, 17/7/2018)  
♦ (Mete Aslan (2), B. No: 2014/12734, 12/12/2018)
♦ (Candaş Bozkurt, B. No: 2018/27301, 30/3/2022)

 

Savunma Tanıklarının Dinlenmemesi

Silahların eşitliği ilkesi davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir. Çelişmeli yargılama ilkesi ise, silahların eşitliği ilkesi ile yakından ilişkili olup, bu iki ilke birbirini tamamlar niteliktedir. Zira çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi durumunda, davasını savunabilmesi açısından taraflar arasındaki denge bozulacaktır.

Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve mevcut başvurudakine benzer şekilde bazı tanıkların dinlenmesi, keşif yapılması, bilirkişi dinlenmesi gibi gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi kural olarak yargılamayı yürüten mahkemeye ait olmakla birlikte, Mahkemenin, mahkûmiyet kararına gerekçe gösterdiği olguların varlığı yönünden sadece müşteki beyanlarını ve iddia makamının gösterdiği delilleri dikkate alması, buna karşılık başvurucunun aynı olguların aksini ispat için gösterdiği tanıkları dinlememesi müştekiler ve iddia makamı karşısında savunmayı önemli ölçüde dezavantajlı duruma düşürebilir. Bu durumun yargılamayı bir bütün halinde adil olmaktan çıkarması hâlinde tanık dinletme ve sorgulama hakkının ihlali söz konusu olabilecektir.

İlgili Kararlar

♦ (Ahmet Zeki Üçok, B. No: 2013/1966, 25/3/2015)

 

Kırca Hukuk Bürosu
Tüm Hakları Saklıdır ©